Doğruluk, merhamet, adalet ve cömertlik gibi yüce ahlakın tüm inceliklerini hayatında yaşayan Peygamber Efendimiz (sas), her yeni güne şükürle başlardı. Nefes almanın dahi bir nimet olduğunun bilinciyle, hayatı Allah’tan bir emanet olarak görür ve “Ölümüm de senin elindedir ya Rabbi” diyerek her anını kullukla anlamlandırırdı. Onun bu bilinçli tavrı, biz ümmeti için derin bir tefekkür kapısı aralar.
Kur’an ve sünnet ışığında anlarız ki; her nimet aslında bir emanettir. Nimetler iki türlüdür: Bir kısmı doğrudan Allah’ın lütfuyla bize verilmiş olan; hayat, beden, akıl ve sevdiklerimiz gibi çaba göstermeden aldığımız nimetlerdir. Diğer kısmı ise gayret göstererek elde ettiğimiz ilim, mal, makam ve evlat gibi nimetlerdir. Her ikisi de Allah’tan gelir, her ikisi de emanettir, her ikisi de imtihan vesilesidir.
Peygamber Efendimiz (sas), “İki nimet vardır ki insanların çoğu kıymetini bilmez: sağlık ve boş vakit” (Buhari, Rikak, 1) buyurarak, özellikle kolayca elimizde bulunan nimetlerin kıymetinin bilinmediğine dikkat çeker. Aynı zamanda Rabbimiz, “Sizi yeryüzünde halife yapan O’dur ve size verdiği nimetlerle sizi sınayacaktır” (En’âm, 165) buyurarak hem doğrudan hem dolaylı nimetlerin imtihan olduğunu haber verir.
Çalışarak kazanılan nimetlerde bile mutlak mülkiyet insana ait değildir. Zira o imkânı, o bedeni, o gücü ve aklı veren Allah’tır. Bu sebeple ilim; ihlas ve paylaşmakla, makam; adalet ve tevazuyla, mal ve evlatlar ise infak ve adaletle sınanır. Kasas Sûresi 78. ayet, bu nimetleri kendi başarımızla elde ettiğimiz zannının doğuracağı kibir tehlikesine karşı bizleri uyarır.
İşte bu noktada istikamet kavramı devreye girer. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (Hûd, 112) emri, Peygamberimizi dahi yaşlandıran ağırlıkta bir hitaptır. Çünkü istikamet; hayatın her alanında aşırılıktan uzak, dengeli, ölçülü ve hak üzere bir duruş sergilemeyi gerektirir. İbadette ihlas, ahlakta sadakat, dünyalıkta dengeyle yol almayı emreder.
Mümin, Allah katındaki değerini sahip olduğu nimetlerin çokluğuyla değil, o nimetleri emanet bilinciyle ve istikamet üzere nasıl kullandığıyla belirler. Hayat bir nimettir, nimet bir emanettir, emanet ise büyük bir sorumluluktur.
Huzûrlu Olmanın Yolları Nelerdir?
Gerçek Huzurun İzini Sürenler: Gönüllerde Dergâh Kuranlar
Hak dostlarının yüzünde asla sertlik ve öfke yoktur. Onların siması, sükûnetin aynası, tebessümü ise mânevî huzurun bir anahtarı gibidir. Gönül dünyaları adeta bir rehabilitasyon merkezine dönüşmüş bu güzel insanların huzur sırrı nereden gelir?
Huzur, modern çağın en çok aranan ama en az bulunan değerlerinden biri… Oysa tarih boyunca Allah dostlarının hayatına baktığımızda, huzurun ne yalnızca bir ruh hâli ne de sadece sessizlik olduğunu görürüz. Onlar, iç âlemlerinde taşıdıkları derin teslimiyet ve ilâhî muhabbete dayalı bir istikametle, çevrelerine de huzur tevzî ederler.
Hak dostları, gönüllerini bir dergâh hâline getirmiş insanlardır. Onların yüzünde asla bir öfke, soğukluk ya da kırgınlık emaresi görülmez. Aksine, mütebessim çehreleri, karşılaştıkları her gönüle ferahlık verir. Mahzunları tesellî eden, dertlileri anlayan bu gönül erlerinin iç dünyaları adeta bir manevî huzur merkezi gibidir.
Peki bu derin huzurun kaynağı nedir?
Asıl hikmet şudur: Onlar, insanların zihnini meşgul eden dünyevî hırs ve kaygılardan uzaklaştırıp, kalpleri Allah’a ve âhirete yönlendiren kişilerdir. Gerçek huzurun, ebedî kurtuluş yolunda verilen mücadelede saklı olduğunu gösterirler. Çünkü asıl saadet, Rabbimizle bağ kurduğumuz her an biraz daha yaklaşır bizlere.
Ayrıca bu huzur hâlinin bir başka sebebi de, onların taşıdığı irşad sorumluluğudur. İnsanları Allah’a yaklaştırma vazifesiyle mükellef olan bu kimseler, güler yüzün ve tatlı sözün etkisini çok iyi bilirler. Tebessüm, sadece bir nezaket değil; kalpten kalbe kurulan bir bağdır. Nitekim Kur’an-ı Kerîm, bu konuda Efendimiz’in örnekliğini şu ayetle hatırlatır:
“O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, etrafından dağılıp giderlerdi...” (Âl-i İmrân, 159)
Bu ayet bize, huzurun en güçlü taşıyıcısının rahmet diliyle konuşmak olduğunu bildirir. Huzurlu bir insan, başkasına da huzur aşılayabilir. Hak dostları, bu hakikatin yaşayan örnekleri olarak bizlere hem bir huzur hem de bir istikamet rehberi olurlar.