Mutluluğu için çalışan ve sürur melekûtuna yol bulan bir kalp… Uzuvlar, muhtelif riyazat ve çileler çekerek kötülüklerden temizlenmedikçe; iç ve dıştaki damarlarda Allah korkusu ve haşyeti akmadıkça; kalp kazaya rıza, belaya sabır, nimete de şükretmedikçe, gönül temizlenmiş ve özgürlüğe kavuşmuş sayılmaz. Bu şartlar gerçekleştiğinde kalp hürriyete erer; Hakk’a itaatin lezzeti bedene yayılır. Gönül, marifet talebindeki susuzluğu ve ısrarı nispetinde marifeti tercih eder. Cenâb-ı Hak da kerem ve lütfu ile onun tefekkür kapısını açar.

Bu hakikati Mevlânâ da veciz bir şekilde şöyle dile getirir:

“Eğer fikrinde bir durgunluk varsa, iyi düşünemiyorsan, Allâh’ı zikrederek fikrini uyandır, harekete geçir. Çünkü zikir, düşünceyi harekete geçirir; sen zikri şu uyuşmuş düşünceye güneş yap da onu canlandır!”

Aslında bu ifadeler, Kur’ân-ı Kerîm’in şu ayetinin manasını tefsir eder niteliktedir:

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için (ülü’l-elbâb) elbette ibretler vardır. Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. ‘Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ederiz. Bizi ateş azabından koru’ derler.” (Âl-i İmrân, 190-191)

Bu ayetlerde zikredildiği üzere, zikr-i daimî ile kalbi cilalanmış selîm akıl sahipleri, tefekkür ile yaratılış hakikatlerini idrak eder. Eşyanın hakikatine vakıf olan, hikmete erenler; zikrullah ile gönüllerini nurlandıranlardır. Onlar bu sayede idrak melekesinin üzerindeki perdeyi kaldırarak, tefekkür ibadetiyle ülü’l-elbâb olma mertebesine ulaşırlar.

Tefekkür, dışarıdan sükûnet gibi görünse de içinde derin bir hakikatle buluşma, huzur ve itmi’nân barındırır. Bu, sadece zihinsel bir uğraş değil; gönlün derinliklerinden gelen bir iç muhasebe, bir mana yolculuğudur. Boş hayallere dalmak, dağınık düşünceler arasında savrulmak tefekkür değildir. Bu yol, gösterişten ve kuru felsefi meraktan uzak; sadece Allah rızası için, O’nu tanımak ve O’na yakınlaşmak amacıyla âyet âyet yürümektir.

Ancak kalp kirli bir ayna gibiyse, hakikatin yansımasını göremez. Kin, kibir, haset, dünya hırsı ve gösteriş arzusu gibi manevî kirler, tefekkürün önündeki kalın perdeler gibidir. Doğru tefekkür, ancak bu kirlerden arınmaya çalışan; tövbe, istiğfar ve zikirle durulmuş bir kalpte filizlenir.

Kâinat kitabını okuyabilmek için, sayfaların tozsuz olması gerekir. Tefekkür, rastgele bakışlarla değil; derinlemesine bir nazarla yapılır. Gürültü ve koşuşturma içinde bu derinliğe ulaşmak zordur. Bu sebeple, sükûnet anları, sessiz vakitler ve Hak’la baş başa kalınan zamanlar bu iç yolculuk için gereklidir. Tefekkür, bir çiçeğin açışını seyretmek gibidir; sabır ve dikkat ister. Her detay üzerinde teker teker durarak, sindire sindire ilerlemek gerekir.

Müslümanın Boykot Bilinci Nasıl Olmalı?
Müslümanın Boykot Bilinci Nasıl Olmalı?
İçeriği Görüntüle

Doğru tefekkür, kalbin gözüyle bakabilmek; gördüğü her şeyde Yaratan’ın isim ve sıfatlarını okuyabilme sanatıdır. Bu sanat, niyetle başlar; dikkatle derinleşir; ibretle yücelir ve amelle kemale erer. Tefekkür bir ağaç gibidir: kökü kalpte, gövdesi teemmülde, meyvesi ise marifetullah ve takvadadır.