Hak ile batılın birbirine karıştığı, zihinlerin puslandığı bir çağda yaşıyoruz. Bu puslu atmosferde doğruyu nasıl ayırt edeceğiz, hangi istikameti takip edeceğiz?
Bugünün insanı, her zamankinden daha hızlı ama aynı zamanda daha yönsüz. Teknolojik gelişmeler, bilgiye ulaşmayı kolaylaştırdı belki ama bilginin hikmetle buluştuğu yeri bulmak artık çok daha zor. Zihinler dağınık, kalpler yorgun. Hak ile batıl neredeyse aynı cümlede yan yana kullanılır hâle geldi. Gerçek ve sahte, doğru ve yanlış iç içe geçti. Bu çağ, belki de insanlık tarihinin en karanlık dönemlerinden biri olmaya aday.
Peki, bu karanlıkta yolumuzu nasıl bulacağız?
Kur’an-ı Kerîm’in karanlık tasvirleri, sadece fiziki bir zifiri karanlığı anlatmaz. O karanlık; kalbin, aklın ve iradenin körleşmesini simgeler. Tıpkı elini uzatsa bile göremeyecek kadar yoğun bir karanlık gibi… Bu çağda nice kalpler vardır ki, elini değil, hakikati uzatsa bile tanıyamaz hâle gelmiştir.
Ancak Kur’an, sadece teşhis koymaz; tedavi de sunar. O karanlıktan çıkış yolu apaçıktır: İman.
"Allah, iman edenlerin dostudur; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır." (Bakara, 2/257)
Bu ayet, yalnızca bir teselli cümlesi değil, bir hayat rehberidir. Modern çağın puslu yollarında yürürken, elimize tutuşturulan en sağlam pusuladır.
Çünkü Rabbimiz bizi karanlığa terk etmemiştir. Bize, ışığını kıyamete dek kaybetmeyecek bir kandil bırakmıştır: Peygamber Efendimiz. O, “nûr saçan bir kandil”dir. (Ahzâb, 33/46) Ve elindeki kitap, yani Kur’an, “apaçık bir nur”dur. (Mâide, 5/15)
İşte bu iki nurun izinde yürümek, bugünün en büyük ferasetidir.
Modern çağ, her şeyi sorgulatan bir çağdır. Ancak neyi, neye göre sorguladığımızı da sorgulamadan yaşarsak, bu sorgulama bizi karanlığa sürükler. Hakikat, sadece “çokluk”la veya “trend”le ölçülemez. İstikameti belirleyen; neyin doğru olduğu değil, kimin rehberliğinde yüründüğüdür.
Efendimizin şu uyarısı, bugünün insanı için hâlâ taptazedir:
“Size iki şey bırakıyorum. Onlara sıkı sıkıya sarıldıkça asla yolunuzu şaşırmazsınız: Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünneti.” (Muvattâ, 5/1323)
Sıkı sıkıya sarılmak...
Yani sadece bilgi düzeyinde değil, duygu ve davranış düzeyinde de hayatı bu iki kaynağın etrafında inşa etmek. Kuru bir ezberle değil, canlı bir teslimiyetle.
Çağın sunduğu kolaycılıklar, bizi sığ bir iman ve yüzeysel bir ahlâka doğru çekiyor. Oysa Kur’an, üstünlüğü sadece bilgiye değil, sabra ve metanete bağlıyor:
“Gevşemeyin, üzülmeyin! Eğer gerçekten mü’min iseniz, mutlaka siz üstünsünüz.” (Âl-i İmrân, 3/139)
Bu üstünlük; zor zamanlarda, herkesin umutsuzluğa kapıldığı anda “Allah bizimle beraberdir” diyebilmektir. (Tevbe, 9/40)
Bugün bizlere düşen görev, sadece başkalarının karanlıkta olduğunu söylemek değil; kendimizin ne kadar nurlandığını da sorgulamaktır. Zira karanlıkta kalmak bir kader değil; nura yönelmek bir tercihtir. Ve bu tercih, her gün yeniden yapılmak zorundadır.
En çok da gençler için.
Gençlerin kalbinde filizlenecek bir iman, toplumun geleceğini aydınlatacaktır. Ancak bu iman, sadece söylemlerle değil; yaşanmışlıkla, örneklikle, muhabbetle beslenirse kalıcı olur. Dini sahih kaynaklardan öğrenen, salihlerle dost olan bir gençlik; modern karanlığa meydan okuyacak yegâne kuvvettir.
Öyleyse bugün yeniden imanımızı tazeleme, kalbimizi Kur’an’ın nuruyla yıkama, Efendimizin sünnetiyle hayatı anlamlandırma zamanıdır. Çünkü hak ile batılı ayırt etmenin tek yolu; basiret, feraset ve sadakattir.
Unutmayalım:
Zulmetten kurtuluş, ancak nûr iledir.
Ve o nûr, bize zaten gönderilmiştir.