İnsanlık tarihine baktığımızda, devletlerin sürekli savaş halinde olduğunu, birbirlerinin topraklarını işgal edip vatandaşlarının mallarına ve canlarına zarar verdiklerini, sınırların asırlar boyunca sürekli değiştiğini görürüz. Devletlerin ve insanların savaşmaları için çeşitli dünyevi sebepler olmuştur. Ancak bu tür harplerin kalıcı olmadığını, her seferinde başka bir devletin mağlup devleti tarihe gömdüğünü fark ederiz.
İslam’da Cihadın Gerekçeleri
Yüce dinimiz İslam’da, her konuda olduğu gibi savaşta da esas, Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmaktır. Dünyevi amaçlar terk edilerek Hakk’ın rızası gaye edinilir. “İ’lâyı kelimetullah” yani Allah Teâlâ’nın adını yüceltmek, dinini kuvvetlendirmek ve kullardan fesadı def etmek için kâfir ve asi güçlere karşı yapılan savaşlara “cihad” denir. Cihad, Müslümanlar üzerine farz-ı kifayedir; yani belli bir Müslüman topluluğunun bu vazifeyi yerine getirmesi gerekir.
Cihadın Fazileti
Cihad, büyük fazilet taşıyan samimi bir ibadettir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:
“Ey iman edenler! Size elem verici bir azaptan kurtulmanın, Allah’a ve Rasûlü’ne iman ederek, mallarınızla canlarınızla Allah yolunda cihad etmekten daha hayırlı bir yol göstereyim mi? (Bunu yaparsanız) O, günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki saraylara sokar. İşte bu, en büyük kurtuluştur.” (Saff, 10-12)
Peygamber Efendimiz’in hadislerinde de cihadın değeri vurgulanmıştır. Allah yolunda şehit düşenler, en büyük makamlardan biri olan şehitlik mertebesine ulaşırlar. Tıpkı diğer ibadetler gibi cihadın da fıkhı vardır; Allah’ın emirlerine uygun şekilde yapılmalıdır. İslam, savaşta bile ölçüyü elden bırakmayan medeni bir hukuk sistemine sahiptir.
İslam Savaş Hukuku
İslam’da savaş emri kademeli olarak verilmiştir. Öncelikle Resûlullah (s.a.v.) müşriklerden uzak durmuş, onların hareketlerini görmezlikten gelmiştir. Kur’an’da:
“Şimdilik onlara güzel muamele et!” (Hicr 15/85) ve “Müşriklerden yüz çevir!” (En’âm 6/106) buyurulmuştur. Sonra hak dine çağrı ve en güzel şekilde mücadele edilmesi emredilmiştir:
“Sen Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.” (Nahl 16/125)
Savaş izni ise şöyle verilmiştir:
“Zulme uğradıkları için kendileriyle savaşılana izin verildi.” (Hacc 22/39)
Yani sadece savunma amaçlı savaş serbest bırakılmıştır. Allah, “Eğer onlar size savaş açarsa siz de onları öldürün.” (Bakara 2/191) ve “Eğer barışa yanaşırlarsa sen de yanaş!” (Enfâl 8/61) demiştir.
Başlangıçta savunma savaşı izni verilirken, sonunda Müslümanların fitne tamamen ortadan kalkana ve din yalnız Allah’a ait oluncaya kadar savaşmaları emredilmiştir:
“Fitne tamamen yok edilinceye ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın!” (Bakara 2/193), “Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün.” (et-Tevbe 9/5)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “-Lâ ilâhe illallah- deyinceye kadar insanlarla savaşmam emredildi. Bu sözü söyledikleri zaman kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar.” (Ebû Dâvûd, Cihad 33) buyurmuştur. Sahabe de İslam’ı yaymak için cihad etmişlerdir.
İslam’a Davet ve Savaş
Cihad için düşman kuşatıldığında, önce mutlaka İslam’a davet edilir. İbn Abbas (r.a.) der ki: “Rasûlullah (s.a.v.) İslam’a çağırmadan hiçbir toplulukla savaşmadı.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I/236)
Alimler, İslam’a davet edilmeden savaşanların günahkâr olduğunu söyler. İmam Serahsi, bunun hikmetini şöyle açıklar: “İslam’a çağrılmayanlar ne için savaşıldığını bilmez, kendilerini hırsız ve yağmacı sanabilirler. İslam’a davet edildiklerinde ise hakka boyun eğebilirler.”
Bu nedenle davet, önceden yapılmış olsa bile savaş öncesi tekrar etmek menduptur.
Düşman İslam’ı kabul ederse imanları kabul edilir, savaş sona erer. Onların malları ve canları korunur. Hadiste buyurulur ki:
“İslam’a girerlerse hak dine girdiklerini kabul edip, onlara saldırmaktan vazgeçin.” (Müslim, Cihad 3)
Buradan savaşın esas gayesinin insanları hak dine çağırmak olduğu anlaşılır.
Cizye Sistemi
İslam’ı kabul etmeyenlere cizye ödemeleri istenir. Cizye verildiğinde savaş olmaz, onlara Müslümanlara tanınan haklar verilir. Hz. Ali (r.a.) şöyle buyurmuştur:
“Kanları bizim kanlarımız, malları bizim mallarımız gibidir.”
Bu sistem, savaşın dünyevi sebeplerle değil, İslam’ı ve adaleti hakim kılmak için yapıldığını gösterir.
Ecdadın Bilinci
Osman Gazî, oğluna şöyle nasihat etmiştir:
“Oğul! Bizim mesleğimiz Allah yoludur ve maksadımız dîni yaymak, hidâyetlere vesîle olmaktır. Bizim davamız kuru bir kavga değil, ‘i‘lâ-yı kelimetullah’ yani Allah’ın dînini yüceltmektir.”