İlâhî bir bilginin ve Rabbinin lütfunun kalbine nakşedildiği Hazret-i İbrâhîm -aleyhisselâm-, Hak dini tebliğ yolculuğuna en yakınından, babası Âzer’den başladı. O, babasına hitap ederken ne öfke, ne sertlik vardı; aksine yumuşak bir üslûpla sordu:
“Babacığım! Sen neden ne işitmeyen ne gören, sana zerre faydası olmayan varlıklara tapıyorsun? Beni dinle, bana o herkese verilmeyen ilim bahşedildi. Bana tabi ol ki, seni doğru yola ulaştırayım. Şeytana tapmaktan vazgeç! Zira şeytan, Rahmân’a isyan eden bir varlıktır. Ey babacığım, seni o ateşten korumak için dua ediyorum, çünkü ondan yana olman beni korkutuyor.” (Meryem, 42-45)
Ama Âzer, o uyarıya sert karşılık verdi:
“Ey İbrâhîm! Sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer devam edersen, seni taşlayacağım, defol buralardan!” (Meryem, 46)
İbrâhîm -aleyhisselâm- buna rağmen asla kin tutmadı, babasına karşı yumuşaklığını koruyarak, “Sana selâm olsun! Rabbimden senin için mağfiret dilerim. Çünkü O, bana karşı çok lütufkârdır,” diye karşılık verdi. (Meryem, 47)
Fakat ne yazık ki, babasının kalbi imana açık değildi. İbrâhîm, babasının Allah düşmanı olduğunu anladığında, onun için dua etmeyi bıraktı; zira Kur’ân-ı Kerîm buyurur ki, kâfirlerin affı değil, hidâyetleri için dua edilir.
“Cehennemlik oldukları kesinleşmiş olanlar için, akrabalar olsa bile af dilemek, ne peygambere, ne müminlere yakışır.” (et-Tevbe, 113-114)
Hz. İbrâhîm’in babası ve kavmi ile mücadelesi, onlara şirk yolunun sapıklığını akıl ve delillerle anlatması, Kur’ân-ı Kerîm’de defalarca vurgulanmıştır. Onlara şöyle seslenmiştir:
“Babana ve kavmine: ‘Bu tapıp durduğunuz heykeller ne oluyor?’ dedim. Onlar ‘Biz atalarımızı bunlara tapanlar olarak bulduk,’ dediler. Ben de onlara, ‘Siz de atalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz,’ diye cevap verdim. Kavmim bana, ‘Gerçekten mi bize doğruyu getiriyorsun yoksa oyunbaz mısın?’ dedi. Ben de, ‘Hayır, sizin Rabbiniz, göklerin ve yerin yaratıcısıdır ve ben ona şahidim,’ dedim.” (el-Enbiyâ, 52-56)
Hz. İbrâhîm (as.), tevhid yolundaki bu fedakâr ve sabırlı duruşuyla, hem kalplere ulaşmaya çalıştı hem de gerçeği sakınmadı. İlâhî ilimle donanmış, Rabbinin sevgisiyle güçlenmişti; ancak kalplerin kapalı olabileceğini, bazen kabul görmeyeceğini de biliyordu.