YÂ RABBİ! BİZE SABIR YAĞDIR, CANIMIZI MÜSLÜMAN OLARAK AL!
Zulüm çemberinin daraldığı, hak ile bâtılın karşı karşıya geldiği o büyük meydanda, sihirbazlar artık hakikati görmüş ve Musa aleyhisselâmın getirdiği gerçeğe îman etmişlerdi. Firavun'un despotluğu karşısında eğilmediler. Çünkü kalpleri artık Allah’a teslim olmuştu.
Firavun, ilahlık iddiasıyla tehditler savuruyor, iman edenleri korkutmak için ölümcül cezalar hazırlıyordu.
Ama onlar şöyle dediler:
“Senin hükmün bu dünyaya aittir. Bizler Rabbimize döndürüleceğiz.”
(el-A’râf, 125)
Bu söz, zulme karşı bir iman manifestosuydu. Dünya saltanatının geçiciliğini bilen bu mü’minler, ölmeden önce son bir dua ettiler. Zira, imanlarını son nefese kadar muhafaza edebilmek için Allah’a dayanmak gerektiğini biliyorlardı.
Ve o dua Kur’ân’da şöyle geçti:
“Yâ Rabbi! Üzerimize sabır yağdır; canımızı Müslüman olarak al!”
(el-A’râf, 126)
Bu dua, sadece bir niyaz değil; şehadete yürüyen kalplerin Rablerine teslimiyetiydi. Ve Allah o duayı kabul etti. Onlar sabırla, imanla ve şehadetle Rablerine döndüler.
Günümüz İçin Ne Söyler?
Bu ayet, zalimlerin azdığı her çağda mazlumun diline dolanan bir duadır.
Firavunlar değişir, zulüm yöntemleri farklılaşır; ama mü’minin duası aynı kalır:
“Yâ Rabbi! Üzerimize sabır yağdır, canımızı Müslüman olarak al!”
Bu dua, imanı muhafaza edebilmenin, sabırla ayakta durmanın ve son nefeste Müslüman olarak can vermenin sırrıdır.
Şehâdetin Lâhûtî Hazzı
İmanlarının bedelini hayatlarıyla ödeyen bu insanlar, Kur’ân’ın ifadesiyle ölü değil; dirilerdir. Onların adı kitapta geçti, duaları ebedîleşti, sabırları ve teslimiyetleri kıyamete kadar mü’minlerin ilham kaynağı oldu.