Kalbin en kıymetli köşesi, en sevgiliye ayrılır. Kul için en sevgili kim olmalı dersen, cevap nettir: Allah ve O’nun Rasûlü. Peki, bu sevgiyi kalpte nasıl büyütebiliriz? Nasıl olur da Allah’a ve Peygamber’e duyulan muhabbeti içimizde kökleştiririz?

Cevap sade ama derin: Tanıyarak...

Zira sevgi, tanımakla başlar. Ne kadar çok tanırsak, o kadar severiz. Bu, uzak bir dağın manzarasını seyretmeye benzer. Uzakta sadece siluetini görürüz. Ama yaklaşınca her ağacı, her kuş sesini, her pınarı fark ederiz. İşte o zaman hayranlık başlar.

Allah’ı ve Rasûlü’nü de satır aralarından değil, kalp satırlarından tanımak gerekir. Onları yakından tanımak, gönülden anlamak; kelimelerin ötesine geçip kalple görmekle olur. Göz bakar ama kalp görür. Gönül temizse, hürmet ve sevgiyle doluysa, gördüğü nûr olur, hakikat olur.

Zikirle Canlanan Gönüller

Sevginin dili vardır: Zikir.
Kalbi Allah ve Rasûlü’ne ısındırmak isteyen, dilini boş sözlerle değil, tesbih, tahmid, tekbir ve salâvatlarla meşgul etmelidir. Çünkü gönle akan sevgi, dilde yankı bulur. Zikirle yoğrulan kalp, zamanla mahbûbunu özler, anar, O’na yaklaşmak için yollar arar.

En Güzel Ölçü: Kitap ve Sünnet

Sevginin en sağlam nişânesi, Allah Rasûlü’nün şu sözüdür:

“Size iki emanet bırakıyorum: Kitap ve Sünnet. Onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmazsınız.”

Seven, sevdiğinin izinden gider. Allah ve Peygamber sevgisi de itaatle kemâle erer. Kitap ve Sünnet’e sarıldıkça muhabbet artar, muhabbet arttıkça kalp nurlanır, ruh yükselir.

Sahâbenin Gönlünde Peygamber Sevgisi

Ashâb-ı kirâmın kalbindeki Rasûlullah sevgisi tarifsizdi. Öyle ki en küçük emrine:

Anam, babam, canım, malım, her şeyim Sana fedâ olsun yâ Rasûlallâh!
diye karşılık verirlerdi.

Onlar sadece O’nun sözünü değil, bakışını, yürüyüşünü, tebessümünü bile örnek alırlardı. Bu sevgi öyle bir hâle gelirdi ki; dünyada beraber oldukları gibi, âhirette de O’nunla beraber olma arzusu kalplerini tutuştururdu.

İşte bunun için canla başla “Kişi sevdiğiyle beraberdir” hadisinin sırrına erişmeye çalıştılar. Bir gölgenin gövdeye sadakati gibi, Efendimiz’in izini takip ettiler.

Ebû Cehil Gördü, Ama Göremedi

Peygamber Efendimiz’i herkes gördü. Ama herkes tanıyamadı. Ebû Cehil de gördü, ama göremedi. Çünkü onun kalbinde perde vardı. Göz görmekle yetinirse hakikati kaçırır. Ancak kalp görürse, işte o zaman hayranlık başlar.

Allah’ın Sevgisine Ulaşmanın Yolu

Bir kudsî hadîste Rabbimiz şöyle buyurur:

“Kulum, Bana en çok farz ibadetlerle yaklaşır. Nafilelerle yaklaşmaya devam eder, sonunda Ben onu severim. Onu sevince de, artık Ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum...”5Fc7E4Dfab13De48E985823996369Fa7

Seven, sevdiğinin rızasını kazanmak için çabalar. Allah da kulunu severse, onu kendisine yaklaştırır, korur ve kabul eder.

“Eğer Allah’ı Seviyorsanız…”

Ashâb-ı kirâm şöyle sordu:

“Ey Allah’ın Rasûlü! Biz Allah’ı çok seviyoruz. Ama bu sevginin gerçek bir alâmeti nedir?”

Allah İçin Sevmek ve Buğzetmek: Kalbin En Yüce Seferi
Allah İçin Sevmek ve Buğzetmek: Kalbin En Yüce Seferi
İçeriği Görüntüle

Cevap doğrudan gökten geldi:

“Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin…”
(Âl-i İmrân, 31)

Sevgi sadece sözle değil, itaatle, fedakârlıkla ve sadakatle ispat edilir.

Muhabbet, Allah’a Götüren Yoldur

Peygamber sevgisi, Allah sevgisinin aynasıdır. Ona hürmet, Allah’a hürmettir. O’na isyan, Allah’a isyandır. Bu yüzden Efendimiz şöyle buyurmuştur:

Sizden biri, beni annesinden, babasından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe, gerçek imana eremez.”
(Buhârî, Îmân, 8)


Son Söz:
Allah ve Rasûlü’nü sevmek, kulun ruhunu yüceltir. Bu muhabbet, kalbi aydınlatır, hayatı güzelleştirir. Biz de kalbimizi zikirle, hayatımızı Sünnet’le yoğuralım ki, o sevgiliye –Allah ve Rasûlü’ne– yaklaşabilelim.