İslâm’ın ilk yıllarında, hakikat yolunda ilk kurban, bizzat Efendimiz’in (s.a.v.) hanesi içinden verildi. Hz. Hatice’nin (r.a.) ilk eşi Ebî Hâle’den olan oğlu Hâris bin Ebî Hâle (r.a.), Kâbe’de yaşanan bir arbedede gözü dönmüş müşrikler tarafından şehit edildi. Böylece risalet davasının ilk şehidi, Peygamberimizin (s.a.v.) hanesinden biri oldu. (İbn Hacer, el-İsâbe)
Bu olay üzerine Allah Resûlü (s.a.v.) ashâbını toplayarak topluca namaz kılmamalarını, ibadetlerini Mekke dışında yapmalarını istedi. Ashâb, bu tavsiye doğrultusunda küçük gruplar hâlinde Mekke dışına çıkıp ibadet etmeye başladı.
Bu gruplardan biri bir gün Ebû Dübb Vadisi’nde secdeye kapanmışken, içlerinde Ebû Süfyan’ın da bulunduğu müşrikler grubu yanlarından geçer. Müslümanların secde hâlleriyle alay edip kahkahalar atarlar. Başlarda sahâbîler bu alaylara sabırla karşılık verir. Ancak olayın dozunun artması üzerine Sa’d bin Ebî Vakkâs (r.a.) dayanamayıp yerden bir deve kemiği alır ve müşriklerden Abdullah isimli birinin başına vurur. Böylece İslâm adına dökülen ilk kan, Sa’d’ın (r.a.) eliyle olur. (İbn Hişâm, es-Sîre)
Bu saldırı müşrikleri korkuturken, Müslümanlara cesaret verir. Arkasından diğer sahâbîler de kendilerini savunur. Olay Allah Resûlü’ne ulaştığında, Efendimiz (s.a.v.) önce Hz. Sa’d’ı (r.a.) hamiyetinden dolayı tebrik eder, sonra da şu sözleriyle uyarır: “Keşke yapmasaydın Ey Sa’d!” Zira o günler sabır günleridir; sayıca az olan Müslümanların evrensel mesajı henüz kitlelere ulaşmamıştır.
Allah Resûlü (s.a.v.), düşmanların provoke etmeye çalıştığı ortamda, Müslümanların vakardan ayrılmadan mesajlarını duyurmaları gerektiğini bilmekteydi. Çünkü hakikat dövüş alanında değil, gönüllerde yer bulmalıdır. Ve o günden sonra, Müslümanlar uzun süre sabırla hareket etmişlerdir