Mal ve can gibi iki büyük nimet, insana sadece geçici dünya hayatı için değil; ebedî saadet için verilmiştir. Fakat bu nimetleri yanlış yerde, Allah yolundan uzak bir şekilde harcayanlar, Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesiyle elem verici bir azaba duçar olurlar. Tevbe Sûresi’nde şöyle buyrulur:
“Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu! İşte onlara elem verici bir azabı müjdele! Cehennem ateşinde kızdırılıp alınlarının, yanlarının ve sırtlarının dağlanacağı gün onlara denilecek ki: «İşte bu, kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin azabını tadın!»” (Tevbe, 34-35)
Bu ayet, servetin ancak Allah yolunda kullanıldığında kıymetli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim Şeyh Sâdî'nin şu sözü, dünya metaına aşırı bağlanmanın tehlikesini veciz şekilde dile getirir:
“Para yığmakla yükseleceğini sanma. Duran su fenâ kokar ve kurur. Bağışlamaya ve akıtmaya çalış. Akan suya gök yardım eder; yağmur yağdırır, sel gönderir, onu deryâ eder.”
Aynı mesajı Hz. Ebû Zer -radıyallahu anh- da hikmetli sözleriyle dile getirir:
“Bir malda üç ortak vardır: Sen, kader ve mirasçı. Gücün yetiyorsa, bu ortaklardan en zayıfı sen olma!”
Gerçek servet, sadaka olarak kendinden önce âhirete gönderilen maldır. Kur’ân-ı Kerîm de bu gerçeğe işaret eder:
“Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe birre (hayrın kemâline) eremezsiniz.” (Âl-i İmrân, 92)
İslâm’ın en büyük rehberi olan Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- ise ümmetinin fitnesinin mal olacağını haber vermiştir:
“Her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi de maldır.” (Tirmizî, Zühd, 26/2336)
Netice itibariyle; mal ve can, dünya hayatında harcanıp biten geçici nimetler değil; Allah yolunda sarf edildiğinde ebedî mutluluğa vesile olan büyük imtihan vesileleridir. Dünya hayatı suret ve hayalden ibarettir; akıllı insan bu hakikati idrak edip, servetini Rabbine yaklaşmak için vesile kılar.