Kur’ân ister canlı bir tilâvetle okunsun, isterse bir kayıttan dinlensin; onu dinleyen kişinin en temel sorumluluğu dikkat, edep ve huşûdur. Kur’ân’ın bizzat kendisi, Allah’ın zikridir. Bu yüzden onu dinlemek de bir ibadettir. Peki insan yorgunken, dinlenmek amacıyla uzanarak Kur’ân dinleyebilir mi?
Bu sorunun cevabı âyetle sabittir: Allah Teâlâ, Âl-i İmrân Sûresi’nin 191. âyetinde şöyle buyurur:
“Onlar, Allah’ı ayakta, oturarak ve yanları üzerine yatarken zikrederler.”
Bu âyetten açıkça anlaşılıyor ki, Allah’ın zikri her durumda yapılabilir; dolayısıyla Kur’ân da uzanarak dinlenebilir.
Ancak burada dikkat çekilmesi gereken bir başka nokta var: Edep.
Bir mümin, uzanarak da olsa Kur’ân dinlerken hâl ve hareketlerinde saygıyı elden bırakmamalı; ayaklarını toplamaya, bedenini toparlamaya çalışmalı; tıpkı hasta yatağında bir büyüğünü karşılayan birinin toparlanma refleksi gibi.
Kur’ân dinlemek için ideal hâl, kuşkusuz oturup dikkatle dinlemektir. Ama yorgun anlarda, sırf dinlenme bahanesiyle başka şeylere kulak vermek yerine Kur’ân’ı tercih etmek de bir fazilettir. Bu, ruhen dinlenmenin en güzel yoludur.
Bazı yerlerde, “Biz Kur’ân’a çok saygılıyız, onu duvara asarız ama okumayız” gibi kıyaslamalar yapılır. Oysa Kur’ân’a gerçek saygı onu okumak, anlamak ve hayatımıza geçirmektir. Yalnızca fizikî olarak duvara asmak ya da yüksek yere koymak, içi boş bir saygı ifadesi olabilir.
Tarihimizdeki ecdadımız bu konuda örnektir. Hem Kur’ân’ı fizikî olarak yüceltmiş hem de onu okuyup hayatlarına tatbik etmişlerdir. Bugün bazı Afrika ülkelerinde hafızlara gösterilen büyük hürmet de bu anlayışın modern örneklerinden biridir. Kur’ân’ı ezberlemiş kimseler toplumda öne çıkarılmakta, onlara yüksek meclislerde yer verilmektedir.
Sonuç olarak, Kur’ân’ı hangi pozisyonda dinlersek dinleyelim, edep ve saygı asla terk edilmemelidir. Kur’ân’la olan bağımız sadece ibadet değil, aynı zamanda bir hayat tarzı olmalıdır. Onu okuyarak, dinleyerek ve yaşayarak Kur’ân’ı hayatımızın merkezine yerleştirmeliyiz.