Zenginlik ve fakirlik, kaderin birer takdiri ve kullar için farklı imtihan sahalarıdır. Cenâb-ı Hak, kimi kullarını fakirlikle, kimini de zenginlikle sınar. Her iki durum da mümin için birer dershane ve kulluğun göstergesidir.
Zenginlik ağır bir imtihandır. Çünkü mala yön vermek, onu Allah yolunda değerlendirmek, ancak olgun kalplerin başarabileceği bir sanattır. Çoğu insan parayı kullandığını zanneder; oysa çoğu kez para insanı yönlendirir. Müminin görevi, malın hâkimi olmak; onu Allah’a yakınlık vesilesi kılmaktır.
Kur’an-ı Kerim, bu noktada şu müjdeyi verir:
“Öyle erler vardır ki, onları ne ticaret ne de alışveriş Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamaz...” (en-Nûr, 37)
Tarih boyunca peygamberler ve salihler, malı asla gaye edinmemiştir. Süleyman (a.s.) dünyanın en zenginlerinden olmasına rağmen kalbini dünyaya kaptırmamış ve “ne güzel kul” (Sâd, 30) övgüsüne mazhar olmuştur. İbrahim (a.s.) ise cömertliğiyle Allah’ın dostu “Halilullah” olmuştur.
İslam’da zenginlik yasak değildir; aksine zekât ve hac gibi ibadetler zengin müminlere mahsustur. Peygamber Efendimiz ﷺ de dürüst ve güvenilir tüccarı, kıyamet günü nebiler, sıddıklar ve şehitlerle birlikte olacağı müjdesiyle övmüştür (Tirmizî, Büyû, 4). Ancak ticarette hile ve gafletin kişiyi ahirette “fâcirler” sınıfına sokacağına da dikkat çekmiştir.
Sonuç olarak:
-
Fakirlik de zenginlik de üstünlük sebebi değildir.
-
Asıl üstünlük, kalbin dünyaya esir olmamasıdır.
-
Müminin vazifesi, dünyadan el etek çekmek değil; malı Allah yolunda kullanarak ahirete yatırım yapmaktır.