Şehidlik, Allah yolunda canını feda eden bir mümin için en yüce ve en şerefli mertebedir. İslam’da peygamberlikten sonra en büyük rütbe olarak kabul edilen şehidlik, sadece bedenin değil, ruhun da gerçek anlamda dirilişidir. Çünkü şehid, ölümün acısını hissetmeden, kendini daha güzel, daha üstün bir alemde bulur. Bu dünyadaki fani hayatını bırakıp, ebedî hayatın kapılarını aralar.

Allah Teâlâ, Âl-i İmran sûresinde şöyle buyurur:

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ‘ölü’ sanmayın. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında rızıklandırılırlar. Arkalarından gelecek olanlara şunu müjdelemek isterler: Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmezler.” (Âl-i İmran, 3/169-171)

Bu ayet, şehidlerin hem ruhen hem de Allah katında canlı, mutlu ve mükafatlandırılmış olduklarını net bir şekilde ifade eder. Şehidler, sadece hayatını kaybeden değil, aynı zamanda Allah’ın sonsuz rahmetine mazhar olmuş kullardır.

Peygamber Efendimiz (s.a.s) Uhud Savaşı’nda hayatını kaybeden yetmiş şehitle ilgili şöyle buyurmuştur:

**“Kardeşleriniz Uhud’da şehit olunca, Allah onların ruhlarını yeşil kuşların cevfine koydu. Cennetin nehirlerinden içerler, meyvelerinden yerler. Arş’ın gölgesinde asılı altından kandillerde yerleşirler. Yiyecek, içecek ve istirahatlerinin güzelliğini görünce, ‘Keşke, derler, cennette hayatta olup, rızıklandırıldığımızı biri dünyadaki kardeşlerimize haber verse. Ta ki cihaddan geri kalmasınlar, savaş esnasında kaçmasınlar.’” (Ebu Davud, Cihad, 25)

Bu sözler, şehitlerin dünyadaki kardeşlerine duyduğu derin özlemi ve onların da aynı imanla, cesaretle mücadele etmeleri için duyulan özlemi gözler önüne serer. Şehidlik, sadece bireysel bir şeref değil, aynı zamanda ümmetin ruhunu yücelten, cesaret ve fedakârlık aşılayan kutsal bir değer olarak yükselir.

Şehid-i kâmil, yani tam manasıyla şehid olanlar; savaşta veya zulüm altında hayatını kaybeden gerçek müminlerdir. Bu yüksek mertebeye ulaşmak için belirli şartlar vardır: Müslüman, akıllı ve ergen olmak; cünüp, hayız ya da nifas halinde olmamak; vurulduktan sonra hemen ölmek ve kasden öldürülmek. Bu şartlardan herhangi birini taşımayanlar, şehid-i uhrevî yani ahirette şehid sayılırlar.

Şehid olmak, sadece ölmek değil; o yolda bilinçle, kararlılıkla yürümek, iman ve teslimiyetle canını feda etmektir. Hz. Halid b. Velid’in İran komutanına karşı dediği gibi:

“Sizin hayatı ve şarabı sevdiğiniz kadar, biz ölümü severiz.”

Bu söz, şehidlerin gönüllerinde taşıdığı o eşsiz iman ve teslimiyet ruhunu en güzel anlatan ifadedir.

Peygamberimiz (s.a.s) birçok hadisinde şehidlerin derecesini ve Allah katındaki yüceliklerini anlatmıştır:

“Şehidlerin borç hariç tüm günahları affedilir.” (Müslim)

“Şehid, ehl-i beytinden yetmiş kişiye şefaat eder.” (Ebu Davud, Cihad, 26)

“Kıyamet gününde üç sınıf şefaat edecektir: Peygamberler, âlimler ve şehidler.” (İbni Mace, Zühd 37)

Şehidlik, kalplerin en saf ve en cesur haliyle Allah’a bağlılığın nişanesidir. Kim ki Allah yolunda şehit olmayı samimiyetle isterse, Allah onu rahatta ölse bile şehidlerin derecesine çıkarır. Bu, şehidlik makamının ne kadar yüce ve kutsal olduğunu gösterir.

Günde Yüz Defa Bu Zikri Söyleyenin Günahları Deniz Köpükleri Kadar Olsa da Affolunur
Günde Yüz Defa Bu Zikri Söyleyenin Günahları Deniz Köpükleri Kadar Olsa da Affolunur
İçeriği Görüntüle

Dünya hayatı gelip geçicidir; ancak şehidler, Allah’ın rahmetiyle ebedî bir hayatın kapılarını aralamış, Cennet’in en güzel nimetlerine nail olmuşlardır. Onların ruhani hayatı, dünyadakinden çok daha güzeldir; ölümü tatmamış, adeta hayatın gerçek anlamına ulaşmışlardır.

Bu sebeple her müminin kalbinde şehidlik özlemi olmalı, yaşamını bu bilinç ve gayretle sürdürmelidir. Çünkü şehidlik, sadece can vermek değil, imanla yaşamak ve Allah yolunda mücadele etmektir.