Sahâbe-i kirâm, îmanlarını sadece kalpte değil, hayatın her safhasında fiilen yaşardı. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir vazife teklif ettiğinde, ashâb âdeta yarışa girerdi. “Bu mektubu Roma hükümdarına kim götürecek?” buyurduğunda çöllerin sıcağını, hükümdarların celâlini değil; Allah Rasûlü’nün gönlünü kazanmayı düşünürlerdi.
Ashâb-ı kirâmın en belirgin vasfı, îmânın verdiği heyecan ve Allah Rasûlü’ne duyulan derin muhabbet idi. Her biri;
“Anam, babam, malım ve canım Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah!” sözleriyle bu bağlılığın nişanesini veriyordu.
Onlar Allah ve Rasûlü’nün muhabbetiyle yorulmadılar, usanmadılar. Bir kısmı İslâm’ı tebliğ için Semerkand’a, bir kısmı Kayravan’a kadar gitti. Her biri, Resûlullah ile âhirette de beraber olabilmenin ümidiyle yaşıyordu.
Çünkü sahâbeye göre Peygamber’e itaat, Allah’a itaatti. Bu, onların hayatında tartışmasız bir hakikatti. Sahâbeye gösterilen saygı, Ehl-i Sünnet’in temel taşlarındandır. Onlara “radıyallahu anh” denmesi, Allah’ın onlardan razı olduğuna bir işarettir.
Sahâbe’nin hayatı, helal-haram hassasiyetiyle, Peygamber aşkıyla ve muazzam bir sadâkatle örülüdür. Onların hayatları, bugünün Müslümanları için hâlâ ilham kaynağıdır.
Kaynak:
Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Şubat 2025, Sayı: 240
Hazırlayan: İslam ve İhsan