Ruh dünyamızın iki büyük düşmanı vardır: yeis ve ucub. Yeis, kişinin kendini cehennemle kesin hükümlü görmesi, Allah’ın rahmetinden ümidini kesmesi; ucub ise, kişinin kendini cennete layık görerek Allah’ın azabından emin olmasıdır. Bu iki uç durum, insanın gerçek rıza çizgisinden sapmasına, yani Kur’ân’da "istikamet" diye tanımlanan doğru yoldan uzaklaşmasına sebep olur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“De ki: Ey (günah işleyerek) kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah bütün günahları bağışlayıcıdır. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan ve esirgeyendir.” (Zümer, 39/53)

Yeis, özellikle ibadet ve hayır işleme konusunda başarısız olanlarda ortaya çıkar. İman eden bir insan, amellerinde eksiklik gördüğünde umutsuzluğa kapılmamalıdır. Zira Allah’ın rahmeti, kullarının tüm günahlarını örtecek kadar geniştir. Bu yüzden Rasûlullah (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur:

“Allah, kuluna zarar vermek istediği zaman onu ümitsizliğe düşürür.” (Müslim)

Yeis hastalığı, insanın Allah’a olan güvenini zedeler, onu Allah’tan uzaklaştırır. Bu nedenle insan, Cenab-ı Hakk’ın kerem ve affını hatırlamalı, "mutlaka cehenneme gidecek biri" olduğuna dair bu karamsarlık hastalığından kurtulmalıdır.

Ucub ise, yeisin tam tersidir; kişi yaptığı ibadet ve hayırlı amellerle Allah’ın kendisini cennetle mükâfatlandıracağını kesin bilerek gurura kapılır. Oysa bu hal Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle ikaz edilir:

Allah’tan Başkası Âcizdir
Allah’tan Başkası Âcizdir
İçeriği Görüntüle

“Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her kötülük de nefsindendir.” (Nisâ, 4/79)

İyilikte dahi insanın hakkı yoktur; çünkü hayrı yaratan Allah’tır. İnsanın yaptığı iyilik sadece cüz’î iradesiyle yöneldiği ameldir ve bu, Allah’ın izniyle gerçekleşir. Bu gerçeği göz ardı etmek, insanı ucub hastalığına sürükler.

Mesnevî-i Nuriye’de bu durum şöyle ifade edilir:

“A’mâle güvenmek ucbdur. İnsanı dalalete atar. Çünkü insanın yaptığı kemâlât ve iyiliklerde hakkı yoktur; mülkü değildir, onlara güvenemez.”

İslam, ne yeisle umutsuzluğu ne de ucubla gururu teşvik eder. Her ikisi de ifrat ve tefrittir; yani doğru yolun aşırılıklarıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurmuştur:“Mü’minin hali ne gariptir! Çünkü onun işi hep hayırdır. Bu, ancak mü’minin hali için geçerlidir. Her hâlinde hayır vardır. Bu durum ancak mü’mine mahsustur. Eğer sevinirse şükreder, bu onun için hayır olur. Eğer sabrederse, bu da onun için hayır olur.” (Müslim)

Bu öğütler ışığında, insan ruhunun sağlığı için yeis ve ucubdan kaçınmak, Allah’a olan tevekkülü ve rızayı doğru şekilde tutmak hayati önem taşır. Her durumda Allah’ın rahmetine sığınmak, ibadet ve iyette samimiyetle devam etmek, ruhun istikamet üzere kalmasını sağlar.