Kendi muhtaçken kardeşine vermek, İslâm ahlâkının en yüksek mertebelerinden biridir. Bu davranışa “îsâr” denir. Îsâr, sadece maddî anlamda bir paylaşım değil, gönülden bir vazgeçiş, benliğin sınavıdır. İnfâkın en zirve noktası olan bu ahlâkî üstünlük, ashab-ı kirâmın hayatında en parlak örnekleriyle tezahür etmiştir.
Bu yüksek faziletin tarihî bir timsali, Yermuk Seferi’nde yaşanmıştır. Şehîd olmak üzere bulunan üç yaralı mücâhide ayrı ayrı verilmek istenen suyu, her biri diğerine havâle etmiş; "önce kardeşim içsin" demiştir. Neticede, su hiçbirine vefât etmeden ulaştırılamamış ve hepsi de bir yudum su içemeden şehîd olmuştur. Ortada kalan bir bakraç su, tarihe îsârın en canlı vesikası olarak geçmiştir.
Sadece bu hadise değil, Hazret-i Ömer -radıyallâhü anh-’ın Şam’a gidişi sırasında deveye binme sırası kölesine geldiğinde, şehrin kapısına varmalarına rağmen kölesini deveye bindirerek kendisi yaya olarak Şam’a girmesi de, infâkın ve tevâzûnun doruk noktasıdır.
Yine Hazret-i Alî -radıyallâhü anh- ile Fâtımatü’z-Zehrâ -radıyallâhü anhâ-, yalnızca iftar edecek kadar yiyecekleri varken, üç gün üst üste gelen miskîn, yetîm ve esîre yemeklerini verip kendileri sadece su içerek oruç tutmuşlardır. Bu ise infâkın ihtişamlı bir tezâhürüdür. Böylece infâkın sadece maddî değil, nefsânî bir mücadele olduğunu da göstermişlerdir.
Cenâb-ı Hak bu ahlâkı öven âyetinde şöyle buyurur:
“O takvâ sâhipleri ki, bollukta da darlıkta da Allâh için infâk ederler; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allâh da, (bu şekilde davranan) ihsân sahiplerini sever.” (Âl-i İmrân, 134)
Bunların tamamı, infâkın en yüksek derecesi olan îsâr örnekleridir. Îsâr, kişinin kendinden koparıp vermesi, kendi hakkını kardeşine devretmesidir. Bugün toplumda yok denecek kadar azalan bu fazilet, yeniden diriltilmeye muhtaçtır.
Ancak sadece bireysel infâk yeterli değildir. Zekâtın ötesine geçmek, infâkı müesseseleştirmek, toplumsal bir bilinç ve sorumluluk hâline getirmek gerekir. Bu bağlamda, infâk kurumları; hastaneler, şifâhaneler, huzurevleri, yetimhaneler gibi sosyal hizmet alanlarında İslâmî şuurla faaliyet göstermelidir. Aynı zamanda bu müesseselerde İslâm’a hizmet edecek gayretli insanlar yetiştirilmelidir.
İnfâk, gerçek bir mü’minin tabiatı hâline gelmelidir. Çünkü infâk eden kalpler, dünyaya değil Allah’a bağlanır. Îsâr, sadece vermek değil, Allah için kendinden vazgeçebilmek demektir. Bugün bu ahlâk yeniden diriltilmedikçe, ümmetin ruhu yeniden ayağa kalkamayacaktır.