Süfyân-ı Sevrî Hazretleri gençlik dönemindeyken zayıflamış, beli bükülmüştü. Kendisine:
“Henüz ihtiyarlık zamanın gelmedi, akranların daha dimdik dururken sana ne oldu?” diye sorulduğunda şöyle cevap verdi:
“Bir hocam vardı, ondan ilim öğrenirdim. Ölüm haliyle başucunda oturdum, ona îman telkin ettim ama nafileydi. Bunu gören biri nasıl beli bükülmez ki?” (Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, s. 70)
Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri ise talebelerine hüsn-i hâtime, yani îmânla son nefesi verebilmek için sık sık dua etmelerini öğütlerdi. Kardeşine yazdığı mektupta şöyle der:
“Allah’a yemin ederim ki annemin beni doğurduğu günden beri tek bir hayırlı amel işlediğime inanmıyorum. Sen beni kendinden daha hayırlı görüyorsun. Eğer sen kendi nefsini bütün hayırlı işlerde iflâs etmiş görmüyorsan, bu cehaletin en üst noktasıdır. Kendini iflâs etmiş görünce de Allah’ın rahmetinden ümidini kesme! Çünkü Allah’ın ihsanı, kulun bütün amelinden daha hayırlıdır.”
(Buğyetü’l-Vâcid, s.138-139)
Allah’ın sâlih kullarındaki havf (korku) ve recâ (ümit) dengesi farklı şekillerde tecelli eder. Hâlid-i Bağdâdî gibi bazı Hak dostlarında korku ağır basarken, Hazret-i Mevlânâ’da ümit ve aşk hâkimdir. Mevlânâ ölümü “şeb-i arûs” yani düğün gecesi olarak karşılamış, Allah’a vuslat sevincini dile getirmiştir.
İmanını Sonradan Kaybedenlerin Misâli
Kur’ân-ı Kerim’de, îmanını sonradan kaybeden iki şahıs misal verilmiştir: Kârûn ve Bel‘âm bin Bâûrâ.
-
Kârûn, sahip olduğu büyük servete mağrur olmuş, kibir ve hasetle helak olmuştur. Allah onu, malıyla birlikte yerin dibine geçirmiştir. (el-Kasas, 76-82)
-
Bel‘âm, ismi yüce ve duaları kabul edilen bir âlim iken nefsiyle hareket etmiş, şeytana uyup Hazret-i Musa’ya karşı çıkmış ve sonuçta helak olmuştur. (el-A‘râf, 175-178)
Demek ki uhrevî dereceler dünyevî makamlardan farklıdır; Allah Teâlâ’nın gazabına sebep olacak bir kusur, o dereceleri elinden alabilir.
Son Nefese Kadar İman Korunsa da...
İman son nefese kadar korunsa dahi; farzların terk edilmesi, işlenen günahlar ve kul hakları sebebiyle âhirette zor bir hesap bekler. Afv-ı İlâhî’ye mazhar olmayan mü’minler dahi cehenneme girip azap görebilir. Çünkü kimse, cehennem gerçeğini bilerek günah işlemez. İnsan, Allah’ı unuttuğu ve gaflet içinde olduğu anda günah işler.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Mayıs 2025, Sayı: 243
Mevsimlik Değil, Hayat Boyu TAKVÂ ve İSTİKAMET
Kalpleri Titrer!
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:
"Rablerine dönecekleri için; yapmakta oldukları işleri kalpleri ürpererek yapanlar var ya, işte hayır işlerine koşan ve hatta bunun için yarışanlar onlardır." (el-Mü’minûn, 60-61)
Bu ayet nazil olduğunda Hazret-i Âişe validemiz Peygamberimize sordu:
“Bu ayette bahsedilenler, zinâ, hırsızlık ve içki gibi açık günahları işleyenler midir?”
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“Hayır! Bunlar namaz kılan, oruç tutan ve sadaka veren, fakat ibadetlerinin kabul olup olmadığını düşünerek kalpleri titreyenlerdir.” (Tirmizî, Tefsîr, 23/3175)
Hazret-i Âişe’nin sorusu, ibadet edenlerin neden ürperdiği üzerinedir. Çünkü normalde ibadet edenlerin korkması beklenmez. Ancak Rasulullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu endişenin, amellerin kabulü konusunda duyulan derin sorumluluk ve takva belirtisi olduğunu açıkladı.
Ameller de Kabule Muhtaçtır
Kur’an’da Yûnus -aleyhisselâm-’ın kıssası bizlere önemli dersler verir: Peygamber olarak gönderildiği Ninova halkı onu yalanlayınca orayı terk etti. Ancak bu ayrılış bir hata oldu. Fırtınada bindiği gemide denize atıldı, büyük bir balık onu yuttu. Karanlık içinde Allah’a yönelip:
“Senden başka ilah yoktur, ben zalimlerden oldum” diye istiğfar etti. (el-Enbiyâ, 87)
Allah onun tevbesini kabul etti. Bu kıssa bize şunu gösterir:
Bir ameli yapmak yetmez; kabul edilmesi için samimiyet ve kalp titremesi şarttır.
Peygamberler dahi sürekli tevbe ve istiğfar halindedir. Mahşer günü peygamberlerin kendi hallerinden bile endişe duyması bunun göstergesidir.
Kulluk Mevsimlik Değil, Ömürlüktür
Ramazan orucu, hac, umre gibi ibadetlerin fazileti büyük olsa da, bunlar hayat boyu süren istikamet için sadece parçalardır.
Kur’an 258 yerde takvâyı emretmektedir. Kulluk, ibadet, ahlak, sosyal ve maddi sorumluluklar bütünüdür. Kul hakları ise ayrı bir meseledir ve bunlar affedilmez.
İbadetlerimizi sadece belirli zamanlarda yapmak veya belli ritüellerle sınırlamak büyük yanılgıdır. İstikametli bir hayat sürmek, son nefese kadar devam eden bir sorumluluktur:
"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" (Hûd, 112)
"Ve sana kesin ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et!" (el-Hicr, 99)
Amellere Güvenmek Sakıncalıdır
Amellerimizin kabulü konusunda şüpheci olmak, kulun kendini beğenmesini engeller. Çünkü:
-
Riyâ, haset, kötü davranışlar ameli iptal eder.
-
Rasulullah’a saygısızlık ameli boşa çıkarır.
-
Amellerimizin kabulü sadece Allah’ın rahmetine bağlıdır.
Peygamber Efendimiz buyurur:
“Hiçbiriniz ameliyle kurtulamaz; ancak Allah’ın rahmetiyle bağışlanır.” (Müslim)
Bu da demektir ki, kullukta her an korku ve ümit arasında dengeli olmak gerekir.
Korku ve Ümit Dengesi
Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- şöyle der:
“Allah, cennet ehlinin en güzel amellerini zikredip kötülüklerinden geçerken, cehennem ehlinin en kötü amellerini zikreder ve iyiliklerini reddeder. Bu, mü’minin hem ümit etmesini hem de korkmasını sağlar.”
Kulluğumuzda gaflete düşmemek, şeytanın aldatmasına kapılmamak için bu dengeyi korumalıyız.
İmanın Son Nefese Kadar Korunması Çok Önemlidir
Amellerin kabulü için iman şarttır. Ancak iman da garanti değildir; insan bir anda sarsılabilir. Süfyân-ı Sevrî Hazretleri şöyle der:
“Ölüm halinde bile iman telkin ettim ama garanti yok.”
Bu yüzden hayat boyu takvâ ve istikamet şarttır. Amellerimizi güvenceye almak için Allah’a sürekli tevbe ile yönelmek, kulluğumuzu her an tazelemek gerekir.
Kulluk mevsimlik değil, hayat boyu devam eden bir yolculuktur. Amellerimizden asla tam emin olmayacağız. Hep kalplerimiz titremeli, her an af ve rahmet için dua etmeliyiz. Amellerimizle övünmek yerine, sürekli Allah’ın rızasını kazanmak için istikamet üzere olmaya gayret etmeliyiz.