Mevlânâ Hazretleri, Mesnevî’sinde Hazret-i Yûsuf (a.s.)’un uzak diyarlardan gelen samimi bir dostunu misafir edişini anlatır. Dostu, Yûsuf’a getirecek en uygun hediyeyi ararken hiçbir şeyi layık göremez. Sonunda, “Ey Yûsuf! Sana kendi güzelliğini seyredeceğin, gönül nurundan bir ayna getirdim.” der ve parlak bir ayna takdim eder.
Bu kıssa, Hak Teâlâ’ya götürülecek en değerli hediyenin, mâsivâ kirlerinden arınmış, ilâhî ahlâkın yansıdığı tertemiz bir kalp olduğunu sembolize eder. Kur’ân-ı Kerîm’de “O gün, ne mal fayda verir ne de evlât; ancak Allah’a temiz bir kalple gelenler (faydalanır)” (Şuarâ 88-89) buyurularak bu hakikat vurgulanır.
Tasavvuf büyükleri, kalbi saflaştırmanın, nefsânî arzuların zincirlerini kırmak ve Hakk’ın ahlâkına bürünmekle mümkün olduğunu ifade etmiştir. Ebû Bekir el-Kettânî, “Tasavvuf ahlâktır. Ahlâk itibarıyla senden üstün olan kimse, safâ bakımından da üstündür.” diyerek bu gerçeğe işaret etmiştir.
Kısacası, Allah’ın nazar kılacağı ve razı olacağı kalp; nefsin karanlıklarından arınmış, O’nun cemâlî sıfatlarını yansıtan berrak bir gönül aynasıdır. Bu, Hak dostlarının hayat boyu peşinde olduğu en büyük hediye ve en yüce hedeftir.