el-Mâlikü’l-Mülk esması, Allah’ın bütün mülkün gerçek sahibi ve mutlak hükümdâr olduğunu ifade eder. Bu isim, Rabbimizin mülkünde dilediği gibi tasarruf ettiğini, dilediğine çok, dilediğine az verdiğini ve herkesi verdiği nîmetler ölçüsünde mes’ûl tuttuğunu bize hatırlatır.

Dünya sevgisi ve mal kazanma hırsı, gönülleri gaflete düşüren en güçlü sebeplerden biridir. Allah, el-Fecr sûresi 15-16. âyetlerde bunu şöyle beyan eder:

“İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda; «Rabbim bana ikram etti» der. Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise; «Rabbim beni önemsemedi» der.”

Mal ve mülk, saâdet de felâket de getirebilir; zenginlik de fakirlik de ilâhî bir imtihandır. Hak dostları, nîmet arttığında israf, cimrilik ve şımarıklıktan sakınır, onu Hakk’ın rızâsı yolunda kullanmayı bilirler. Nîmet azaldığında ise bunun hayırlı olduğunu düşünerek şükür ve sabrın lezzetini yaşarlar.

Mü’min, ilâhî taksîme kanaat ederek rızâ ve teslîmiyet göstermeli; nefis arzularıyla ilâhî hudutları çiğnemekten ve başkalarının malına göz dikmekten sakınmalıdır. Mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu unutmamalı ve kendisine takdir edilen mülkün geçici bir emânet olduğunu hatırından çıkarmamalıdır. Günümüzde bazı mülkler için “devre mülk” denir; fakat îman nazarıyla tüm fânî mülkler devre mülktür.

Gönlü Allah muhabbetiyle dolu bir mü’min, hiçbir şeye mâlik olmadığının farkındadır. Muhabbet, fedâkârlık gerektirir; haris mâlikiyet arzusu ise muhabbetle bağdaşmaz. Seven, sevdiği uğruna her şeyden vazgeçer. Mü’min, îmandan ihsâna giden Hak yolculuğunda mesafe aldıkça dünyaya bakışındaki ölçüleri de olgunlaşır:

Şeriatte asgarî düzey: “Senin malın senin, benimki benimdir”

Kim Bir Kavme Benzemeye Çalışırsa, Onlardan Sayılır: Müslümanlara Önemli Uyarı!
Kim Bir Kavme Benzemeye Çalışırsa, Onlardan Sayılır: Müslümanlara Önemli Uyarı!
İçeriği Görüntüle

Tarikatte fedâkârlık: “Senin malın senin, benimki de senin”

Hakîkat iklîminde: “Ne senin malın senin, ne de benim malım benim; hepsi Allah’ındır”

İbrahim bin Edhem Hazretleri, günah işlemeyi düşünen birine öğüt verir:

“Eğer günah işleyeceksen bâri Allah’ın nîmetini yeme! Hem O’nun rızkını yiyip hem de O’na âsî olmak revâ mıdır? O’nun mülkünde oturup da O’nun sözünü tutmamak revâ mıdır?”

Hak yolcusu, kendi vaziyetini sürekli gözden geçirmeli ve kendisine takdir edilen mal ve mülk üzerinde muhtaçların hakkı bulunduğunu unutmamalıdır. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Sâ­ilin ve mahrûmun, on­la­rın ser­vet­le­rin­de hak­kı vardır.” (ez-Zâriyât, 19)

Mü’min, el-Bakara 273. âyetin sırrına ererek, muhtaç bir kardeşinin durumunu onun istemesine gerek kalmadan anlayacak bir firâsete ulaşmalıdır. Böylece mü’min, mülk üzerindeki hakikati kavrar, dünya malına takılmadan, ilâhî rızayı gözeterek hem kendi huzurunu hem de muhtaçların hakkını gözetir.

el-Mâlikü’l-Mülk esması, bu anlam ve bilinci tecelli ettirir; Allah’ın her şeyi kuşatan hâkimiyetini, kulun kanaat ve şükürle yaklaşmasını hatırlatır. Mü’min, dünya malını geçici bir emânet, Rabbini ise gerçek mülk sahibi olarak bilir ve ilâhî nîmetleri hem kendisi hem de ihtiyaç sahipleri için hayırlı bir şekilde değerlendirir.