1948… Sadece bir devletin kurulduğu tarih değil, aynı zamanda İslam coğrafyasının sistemli işgal ve tahakküm altına alınmasının miladıdır.

O yıl Filistin topraklarının gasbıyla başlatılan süreç, yalnızca bir halkın değil, bütün bir ümmetin kalbine hançer saplanması anlamına geldi. O tarihten bugüne kadar geçen süreçte acı, kan, gözyaşı ve ihanetten başka bir şey görmeyen İslam dünyası, hala kendi göbeğini kesememiş bir coğrafya görüntüsünde.

Orta Doğu’da yönetime getirilenlerin ezici çoğunluğu, halk iradesinin değil, Siyonist güçlerin ve emperyalist devletlerin çıkarları doğrultusunda seçildi.
Bu coğrafyada halkın özlemlerine cevap veren değil, Amerika ve İngiltere başta olmak üzere Batılı devletlerin stratejik çıkarlarına uygun hareket eden liderler ön plana çıkarıldı.
Kendi halkı için bir şeyler yapmak isteyen, ümmetin menfaatini savunmaya çalışan her lider, sistematik bir şekilde itibarsızlaştırıldı, darbelerle devrildi, suikastlara kurban edildi ya da “terörist” yaftasıyla sindirildi.


Bu tablo bize, İslam dünyasının içinden çıkamadığı döngüyü özetliyor:
“Al biraz sen oyala.”
Yani halkı umutla avut, sahte kurtarıcılar üret, ama düzeni asla değiştirme. Bu düzenin görevi, ümmeti uyutmak, sinirlendiğinde gazını almak ve sonra kaldığı yerden sömürüyü devam ettirmektir.
Halkın duygularıyla oynayan, sözde ümmet liderliği yapan bu isimler, ne yazık ki, hiçbir zaman İslam dünyasının onurunu ve adaletini tesis edemediler.


Her seferinde parlatılan, umut bağlanan, kurtarıcı gibi sunulan liderlerin aslında birer sistemin memuru olduğunu çok acı tecrübelerle gördük.
Halkı için cesurca adım atabilecek olanlar ise ya tasfiye edildi ya da yalnız bırakıldı.
Bu süreç, ümmetin gerçek liderlikten ne kadar uzaklaştığını ve birlik olmadan bir gelecek inşa etmenin mümkün olmadığını bir kez daha gösterdi.


Ancak tarihin bize sunduğu bazı dirayetli örnekler de oldu.
Onlar, rüzgâra kapılmadı, kalabalığın değil, hakkın izinden yürüdü.
Onların sözleri, zamanla birer hakikat pusulası oldu.
Bugün hâlâ kulaklarımızda yankılanan o nasihatler, bize aslında neyi kaybettiğimizi ve neye dönmemiz gerektiğini hatırlatıyor.


Artık şu gerçeği anlamanın vaktidir:
Birbirimizi suçlayarak, dış güçlerin gölgesinde umut arayarak bu coğrafyada kurtuluş mümkün değildir.
Siparişle gelenler değil, halkıyla birlikte direnenler öncülük etmelidir.
Kendi göbeğimizi kendimiz kesmeden, kendi değerlerimize, önderlerimize ve ilkelerimize sahip çıkmadan
ne Gazze’de, ne Şam’da, ne de Bağdat’ta huzur tesis edilebilir.


Kur’an-ı Kerim’den Ayet:

“Şüphesiz Allah, bir kavmi, onlar kendilerinde olanı değiştirmedikçe değiştirmez.”
(Ra’d Suresi, 11)

Hadis-i Şerif:

“Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden mesulsünüz.”
(Buhârî, Cum’a, 11)

Atasözü:

“Birlikten kuvvet doğar.”


Bugün ümmet olarak ya yeniden bir olmaya karar vereceğiz, ya da maskara olmayı kabulleneceğiz.
Tercih bizimdir. Diriliş için önce uyanış gerekir.