Kur’an’ın ezberlenmesi ve hafızalar tarafından muhafaza edilmesi, İslam kültürünün en köklü geleneklerinden biri. Ancak Kur’an’ın kalbe ve göğse yerleştiğine dair ifadeler, özellikle Risale-i Nur’da geçen bazı bölümlerle birlikte, dikkat çekici bir soruyu gündeme getiriyor: Kur’an hafızası sadece beynin işi midir, yoksa kalp ve göğüs gibi manevi merkezlerin de bunda rolü var mı?
Kur’an’ın kalbe indirilişi, Şuara Suresi’nin 192-195. ayetlerinde açıkça ifade ediliyor. Ayetlerde, Kur’an’ın Cebrail (a.s.) vasıtasıyla Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kalbine indirildiği belirtiliyor. Bu durum, yalnızca beyinsel bir ezberleme değil, aynı zamanda kalbi bir muhafaza ve derinlemesine bir kavrayışı işaret ediyor.
Bediüzzaman Said Nursî de eserlerinde bu konuya sıkça temas eder. “Hâfızların kalblerinde zevkle yazılması” ve “çocukların nazik ve basit kafalarında mükemmel yerleşmesi” gibi ifadeleri, Kur’an’ın lafzıyla birlikte manasının da manevi kalpte yer ettiğini ortaya koyuyor. Aynı şekilde, Kastamonu Lahikası’nda geçen “Ahir zamanda, hâfızların göğsünden Kur’ân nez’ediliyor” ifadesi, göğüs ve kalbin bu manevi hafıza fonksiyonuna sahip olduğunu düşündürüyor.
Konuyla ilgili görüş bildiren ilmî kaynaklar, kalbin sadece duyguların merkezi değil, aynı zamanda manevî anlamda bir “hafıza mahfazası” olduğunu belirtiyor. Arapçada ezberleme için kullanılan “zahr al-qalb” (kalbin arkasına yerleştirme) ifadesi, bu anlayışı destekler nitelikte.
Bazı bilim insanları, biyolojik anlamda hafızanın beyinde olduğunu belirtse de, manevî hafıza açısından kalp ve göğüs gibi kavramlar, sadece fizyolojik değil, psikolojik ve ruhî merkezler olarak da değerlendiriliyor.
Sonuç olarak, hem ayetler hem Risale-i Nur’daki ifadeler, Kur’an’ın sadece beyne değil, kalbe ve göğse de indirilen, orada korunan ve yaşanan bir kitap olduğunu ortaya koyuyor. Kur’an’ın lafzıyla birlikte ruhunu da taşıyan gerçek hafızlar, onu manevî kalpte yazanlar olarak tarif ediliyor.