IRKÇILIKLA İLGİLİ HADİSLER

  • Siyahın beyaza takva dışında bir üstünlüğü yoktur

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Şöyle Buyurmuşlardır:

“Ey insanlar! Şunu iyi bilin ki, Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a; beyazın siyaha, siyahın beyaza takva dışında bir üstünlüğü yoktur...” (İbn Hanbel, 5/411)

  • Kim ırkçılık propagandası yaparak ölürse...

Cündeb b. Abdullah el-BecelI'den nakledildiğine göre, Resülullah (sav) şöyle buyurmuştur:

"Kim ırkçılık propagandası yaparak veya kabileciliğe/ırkçılığa destek vererek yoldan çıkmış bir topluluğun bayrağı altında öldürülürse, onun ölümü cahiliye ehlinin ölümü gibidir." (Müslim, İmare, 57)

  • Irkçılığa çağıran bizden değildir

Cübeyr b. Mut'im'den nakledildiğine göre, Resülullah (sav) şöyle buyurmuştur:

"Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık davası uğruna savaşan bizden değildir. Irkçılık davası uğruna ölen bizden değildir. " (Ebu Davud, Edeb, 111-112)

  • İnsanlar Adem'in çocuklarıdır

İbn Ömer' den nakledildiğine göre, Resülullah (sav), Mekke'nin fethi günü insanlara bir hutbe vererek şöyle buyurmuştur:

"Ey İnsanlar! Allah sizden cahiliye gururunu ve atalarla övünme adetini gidermiştir. İnsanlar iki gruptur: İyi, takva sahibi, Allah katında değerli kişi ve günahkar, bedbaht, Allah katında değersiz kişi. İnsanlar Adem'in çocuklarıdır. Ve Allah Adem'i topraktan yaratmıştır..." (Tirmizi, Tefsiru'l-Kur'an, 49; D 5116 Ebü Davud, Edeb, 110-111)

İSLAM’DA IRKÇILIĞIN HÜKMÜ

Önceki dönemde, İslam'ın rehberliği olmadan Arap toplumu cehaletin karanlığında yaşamaktaydı. Bu dönemde toplumsal yapı, kabile esasına dayanıyordu ve güçlüler zayıfları ezdi. Üstünlük, soy, nesep, ırk ve zenginlik gibi faktörlere dayanıyordu. Allah'ın elçisi, insanların eşit olduğunu ilan ettiğinde, bir kişinin değeri artık atalarının şerefine değil, insanlık değerine dayanmaya başladı. Siyah bir köle ile bir kabile başkanı, Allah'ın gözünde eşit bir değere sahipti. Bu ilke, o dönem için devrim niteliğindeydi. Yıllarca cahiliye anlayışını sürdürmüş olan insanlar için İslam'ın erdemlerini benimsemek kolay değildi. Bu zorlu sürecin örneklerinden biri, Sahabi Bilal-i Habeşi ve Ebû Zer el-Gıfârî arasında yaşanan olaydı.

İlk Müslümanlardan olan Hz. Bilâl, Habeşli siyah bir köle idi. Müslüman olduğu için türlü işkencelere maruz kalan annesi de öyleydi. Bir gün Bilâl ve Ebû Zer tartışmışlar, bu esnada Ebû Zer, siyahî olan annesinden dolayı Bilâl"i ayıplamıştı. Buna çok içerleyen Bilâl de Allah Resûlü"ne gidip durumu haber vermişti. Ebû Zerr"in bu davranışında câhiliye zihniyetinin izlerini fark eden Sevgili Peygamberimiz, onu gördüğünde şöyle uyarmıştı: “Ebû Zer! Onu annesinden dolayı mı ayıplıyorsun? Demek ki sen, kendisinde hâlâ câhiliye(den izler) bulunan bir kimsesin.” (Müslim, Eymân, 38)

Hz. Peygamber, Ebû Zer'in bu davranışını cahiliye düşüncesinin bir yansıması olarak gördü. Çünkü cahiliye döneminde insanlar, kabilelerini övmek ve hatta haksız yere savunmak, kendilerini diğerlerinden üstün görmek gibi eğilimler taşırlardı. Irk veya kökenleri nedeniyle Arap olmayan insanlar sık sık dışlanır ve aşağılanırdı. Soylarının asaleti veya kalabalığı ile övünmek, bir yarışa dönüşmüştü. (Tekâsür, 102/1-8)"

Irkçılık nedir?

"Arap topluluğunda, "asabiyet" olarak adlandırılan dayanışma ve kabilecilik ruhu oldukça güçlüydü. Bu, aynı soydan gelen ve aynı kabileye mensup olanların bir araya gelip dayanışma içinde olmalarını ifade ediyordu. İslam peygamberine bir gün, "Yâ Resûlallah! Irkçılık nedir?" diye sorulduğunda, Allah'ın Elçisi asabiyeti şöyle tanımlamıştı: "Zalim de olsa kendi kavmine arka çıkmandır." (Ebû Dâvûd, Edeb, 111-112). Asabiyet, ümmeti felakete sürükleyebilecek davranışlar arasında yer alıyordu. (Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, XI, 74). Irkçılıkla aynı geniş kapsamlı bir kavram olmasa da, asabiyet, soy üstünlüğünü ve kabilecilik düşüncesini içeriyordu."

Irkçılığa çağıran bizden değildir

Peygamberimiz (sav) ise yaşadığı dönemde oldukça yaygın olan kabile asaleti ile övünme ve başkalarının neseplerine hakaret etme âdetinin câhiliyeden kalma bir anlayış olduğunu bildiriyordu. (Müslim, Cenâiz, 29.) Irkçılık (asabiyet) duygularıyla hareket ederek İslâm cemaatinden ayrılan, asabiyet duygusuyla öfkelenen, bu uğurda savaşan, insanları böyle bir davaya çağıran ve bu davayı güderken körü körüne açılmış bir bayrak altında ölen kimsenin bu ölümünün, “câhiliye ölümü” (Müslim, İmâre 57) olduğunu haber veren Peygamberimiz (sav), “Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık davası uğruna savaşan bizden değildir. Irkçılık davası uğruna ölen bizden değildir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 111-112.) buyurarak kabilecilik yapmamaları hususunda Müslümanları kesin bir dille uyarıyordu.

Allah Resûlü, asabiyet ruhundan kaynaklanan ve Araplar arasında yıllardır süren çekişmelerin, kabile savaşlarının, kan davalarının yerini İslâm kardeşliğine bırakması için çaba gösteriyordu. Bunu gerçekleştirmek için din duygusunun soy, kabile, ırk gibi belirleyici özelliklerin hepsinin üzerinde olduğunu vurgulayarak, dinin birleştirici ve bütünleştirici özelliğini öne çıkarıyordu. İslâm"ın ilk Müslümanları kimi zaman bu ilkeyi unuttuklarında, Allah Resûlü eski alışkanlıklarına dönecekleri kaygısıyla hemen onları uyarmış ve kardeş olduklarını hatırlatmıştı. Bunun örneği, Benî Mustalık Gazvesi esnasında yaşanmıştı. Biri ensardan biri muhacirlerden iki genç kavga etmiş, sonrasında her iki taraf, “Yetişin ey muhacirler!” ve “Yetişin ey ensar!” şeklinde bağırmaya başlamışlardı. Allah Resûlü, olayı duyduğunda, “Bu câhiliye çağrıları da nedir?” diyerek bu ayrılıkçı hareketlere tepki göstermişti. Sonrasında da onlara kayıtsız şartsız kabileye itaati, onu savunmayı ve kabile taassubunu değil de İslâm kardeşliğini tavsiye eden şu sözleri söylemişti: “Kişi zalim de olsa, mazlum da olsa din kardeşine yardım etsin. Eğer kardeşi zalimse, onu engellesin. Çünkü zalimi yaptığı işten döndürmek ona yapılacak bir yardımdır. Eğer mazlum ise ona yardım etsin!” (Müslim, Birr, 62) Hz. Peygamber, bu şekilde üstünlük ifade eden her türlü özelliği bertaraf ederek, kan bağından kaynaklanan kardeşliğin ötesinde bir din kardeşliği oluşturmak istemiştir. Esasında İslâm dini her türlü ırk farklılığının üzerine din birliğini koyarak müminleri kardeş ilân etmiştir. (Hucurât, 49/10.)

Birbirinizle tanışmanız için sizi kavim ve kabilelere ayırdık

Peygamberimizin (sav.) haber verdiği Ahir Zaman Fitneleri ve Müslümanların Karşılaşacağı Zorluklar! Peygamberimizin (sav.) haber verdiği Ahir Zaman Fitneleri ve Müslümanların Karşılaşacağı Zorluklar!

Kur'an'ın evrensel ilkesine göre, tüm insanlar, tek bir anne ve babadan, yani Âdem ile Havva'dan türemişlerdir. Yüce Allah bu gerçeği şöyle ifade etmiştir:“Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışmanız için sizi kavim ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O'na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.” (Hucurât, 49/13.) Bu nedenle aynı kökten gelen ve temel biyolojik özellikleri paylaşan insanlar arasında hiçbir üstünlük veya aşağılık olamaz. İslam'a göre, hangi ırktan veya sosyal sınıftan olursa olsun, tüm insanlar eşittir. Hiç kimse, iradesi dışındaki özelliklerinden dolayı suçlanamaz veya aşağılanamaz. Çünkü insanlar, ırk veya ten rengini kendi seçimleriyle belirlememiştir. Başkalarını bu tür özelliklerine dayalı olarak eleştirmek veya değerlendirmek, hem insanlığa hem de Yüce Yaratıcı'ya saygısızlık anlamına gelir.

Kur'an, farklı ırkların varlığını kabul ederken, Allah'ın önemli olanın takva ve dini samimiyet olduğunu vurgular (Hucurât, 49/13). Allah'ın Elçisi, insanların en değerlisinin kendisine sorulduğunda ilk ölçü olarak takvayı göstermiş ve İnsanların en hayırlısı, Allah’a karşı sorumluluk bilincini en derinden taşıyandır.”demiştir (Buhârî, Tefsir, Yûsuf, 2). Bu sözlerle herhangi bir ırka, gruba veya sınıfa atıf yapmamış, değer ölçüsünü kişinin Allah'a karşı sorumluluklarına olan bağlılığına dayandırmıştır.

Peygamber Efendimiz, başka bir hadiste cahiliye döneminde Arapların soy ve kabile gururuyla övündükleri davranışı eleştirerek, üstünlük ölçüsünün yalnızca takva olabileceğini şu şekilde ifade etmiştir “Ey İnsanlar! Allah sizden câhiliye gururunu ve atalarla övünme âdetini gidermiştir. İnsanlar iki gruptur: İyi, takva sahibi, Allah katında değerli kişi ve günahkâr, bedbaht, Allah katında değersiz kişi. İnsanlar Âdem’in çocuklarıdır. Ve Allah Âdem’i topraktan yaratmıştır...” (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 49)

İnsanı Allah'ın gözünde değerli kılan ve onu ahiret mutluluğuna götüren şey, ırk, kabile veya ten rengi değil, kişinin inancı, ahlakı, samimiyeti ve yaşam tarzıdır. Kim Allah'a inanır, O'nun emirlerine uyar, yasaklarından kaçınır ve iyi işler yaparsa, o kişi daha üstündür. Peygamber Efendimiz'in ifadesiyle, “Davranışları kendisini geri bırakan kimseyi, soyu ileriye götürmez.” (Tirmizî, Kıraat, 10)

İslâm, soy üstünlüğü anlayışını yasaklamış ancak kişinin soy ve akrabalarıyla ilişkisini kesmesini de hoş görmemiştir. Sıla-i rahim anlayışına sahip olan dinimiz, akrabaya iyilik ve ihsanda bulunmayı teşvik etmiş, soylarıyla bağlarını koparanları ise yermiştir. Bununla birlikte, kişinin kendi akrabalarına, kabilesine veya aşiretine körü körüne arka çıkmasını veya kabilesine/aşiretine mensup insanları kayırmasını yasaklamıştır. Câhiliye döneminde kabilecilik anlayışının bir sonucu olarak, “Zalim de olsa mazlum da olsa, kardeşine yardım et.” şeklinde ortaya çıkan, haksız da olsa kendi kabilesinden olana arka çıkma ve onu kayırma zihniyetini kaldırmıştır. Peygamberliğinden önce de toplumda ahlâkî erdemleriyle tanınan Allah Resûlü, bu yanlış zihniyeti hiçbir zaman tasvip etmemiştir. Zalim de olsa sırf aynı kabileden olmasından dolayı bir insanı kayırmanın yanlış olduğunu savunan insanların bir araya gelerek oluşturduğu

Hılfü’l-Füdûl’e katılarak o insanların yanında olması da bu yanlış zihniyete karşı tavrını göstermesi açısından anlamlıdır. (İbn Sa’d, Tabakât, I, 128-9)

Kıyamet günü insanlar ırklarından veya kabilelerinden değil, inanç ve amellerinden sorguya çekileceklerdir. Bedenlerine ve mallarına değil, kalplerine ve amellerine bakılacaktır. (Müslim, Birr, 34.) İnsanlar Allah"ın huzuruna geldiklerinde herkes kendi ameliyle baş başa kalacak, soy sopun hiçbir önemi olmayacaktır. “Sûr’a üfürüldüğü zaman (işte) o gün ne aralarında soy sop yakınlığı kalacak, ne de birbirlerini arayıp soracaklardır.” (Mü’minûn, 23/101.) âyeti bu hakikati gözler önüne sermektedir.

Burada şunu da hatırlatmalıyız ki İslâm, meşru ölçüler içerisinde olmak kaydıyla kişinin kendi kavim ve kabilesini sevmesini caiz görmüştür. Dinimiz tarafından yasaklanan ise kendi ırkını, diğerlerinin üstünde ve ayrıcalıklı görerek soyunu ve nesebini övünç kaynağı yapmaktır. (İbn Hanbel, V, 129.)

Editör: Ömer Faruk