Allah Rasûlü (s.a.v.) bir gün ashâbına nasihat ederken, öncelikle akrabalık bağlarını koparmaktan sakındırdı. Çünkü Allah, kullarının her halini gözeten ve hiçbir şeyi gözden kaçırmayan bir gözeticidir. Ardından, insanın hayat boyu unutmaması gereken şu âyeti hatırlattı:
“Ey iman edenler! Allah’a gönülden saygı besleyip O’na karşı gelmekten sakının ve herkes yarın için ne hazırladığına bir baksın…”
Bu ilâhî uyarı, insanın sadece bugünüyle değil, yarınıyla da meşgul olması gerektiğini bildiriyor. Sadece geçici dünyalıklar değil, ebedî âhiret için yapılan hazırlık esas olandır. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v.), cemaatine şöyle seslendi:
“Herkes altınından, gümüşünden, elbisesinden, bir ölçek bile olsa buğdayından, hurmasından sadaka versin. Hattâ yarım hurma bile olsa sadaka versin.”
Bu çağrı Ensâr’ın gönlünde derin bir yankı uyandırdı. İçlerinden biri, taşıyamayacak kadar ağır bir torbayla geldi. Onun ardından insanlar akın etmeye başladı. Sıraya giren ashâb, evlerinde ne varsa getirip Allah yoluna sarf etti. Kısa sürede yiyecek ve giyecekten oluşan iki büyük yığın meydana geldi. Bu manzaraya bakan Peygamber Efendimiz’in mübarek yüzü, sevinçle parladı. Gözlerinden yayılan nur, gönüllere umut ve huzur verdi. Sanki altın gibi ışıldıyordu.
Bu tablo, yalnızca bir yardım kampanyasının değil, âhiret bilincinin canlı bir göstergesiydi. Çünkü asıl mesele, geride ne bıraktığımız değil, öte tarafa ne gönderdiğimizdir. Nitekim İbrâhim Edhem Hazretleri’nin şu sözü ne kadar da mânidardır:
“Öbür âlemde teraziye konacak en ağır amel, burada bedene en ağır gelendir. Buna göre nefsini terbiye edip bol bol hayırlı ameller yapana öbür âlemde bol bol ecir verilir. Bu âlemden âhirete amelsiz gidenin ise öbür âlemde iki eli boş kalır.”
Bu söz, dünya konforuna düşkünlüğün aslında ebediyet yoksulluğu olduğunu hatırlatır. İnsanlar birinin ardından “Ne bıraktı?” diye sorarken, meleklerin “Âhiret için ne hazırladı?” diye sorması, bakış açımızı tamamen değiştirmelidir.
Zira gün gelecek, müttakî kullar cennete girerken melekler tarafından selâmla karşılanacak. O an onlar, verdikleri emeklerin boşa gitmediğini görecek ve şükürle şöyle haykıracaklar:
“Bize verdiği sözü yerine getiren ve cennetten bize dilediğimiz yerinde mesken kurabileceğimiz yurt bağışlayan Allah’a hamdolsun! (Bunun için) çalışıp çabalayanların ecri ne güzel!”
Ve işte Hz. Ömer (r.a.)… Bir gün Bakî kabristanının yanından geçerken geçmişin izlerini süzmüş ve ölümden sonraki hayatı dile getirmişti. Kabirdeki insanlara şöyle seslendi:
“Allah’ın selâmı üzerinize olsun ey kabir ehli! Buraları soracak olursanız, hanımlarınız evlendi, evlerinize başkaları oturdu, mallarınız mirasçılara dağıtıldı.”
Derken, gayb âleminden bir nida yükselmişti:
“Ya Ömer! Sen de buraları soracak olursan, önden ne göndermişsek burada onu bulduk. Allah yolunda harcadığınız şeylerin karşılığını fazlasıyla aldık, elimizden geldiği halde yapmadığımız şeyler konusunda da hüsrâna uğradık.”
İşte hayatın gerçeği budur. Dünya, geçicidir. Mallar, mülkler el değiştirir. Ama yapılan her amel, ahiret terazisinde bir ağırlık kazanır. İnsan, bugün ne ekerse, yarın onu biçecektir. Ve nihayetinde herkes, kendi elleriyle hazırladığı sonuca ulaşacaktır.