İslam, hayatın her alanını düzenlediği gibi ölümün de nasıl olması gerektiğini öğretir. Ölümün ne zaman ve nerede geleceği bilinmez, ama nasıl bir hâl üzere geleceğini belirlemenin yolları Kur’an ve sünnette açıkça gösterilir.

Ölüm, kaçınılmaz bir sondur. Her ruh, Cenâb-ı Hakk’ın emriyle bu dünyadan ayrılır. Ancak bir Müslüman, bu hakikati sadece beklemekle değil, onu güzel bir sona dönüştürme çabasıyla karşılar. Çünkü Kur’an şöyle seslenir:

“Ey iman edenler! Allah’tan O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.”
(Âl-i İmrân, 102)

Bu ayet, sadece bir temenni değil; bir emir, bir sorumluluktur. Mümin, hayatını İslam’a göre yaşamazsa, son nefesinde İslam üzere ölemeyebilir. Zira Allah Rasûlü (s.a.s) şöyle buyurur:

“Kişi nasıl yaşarsa öyle ölür, nasıl ölürse öyle haşrolur.”
(Müslim, Zikr, 92)

Müslüman Kalmanın ve Ölmenin Şartı: Birlikte Kalmak

Bu hakikat karşısında ürperen kalpler, “Nasıl Müslüman olarak ölebiliriz?” diye soracaktır. Cevap ise hemen bir sonraki ayette gelir:

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılığa düşmeyin…”
(Âl-i İmrân, 103)

Kur’an’ın bu çağrısı sadece bireysel bir teslimiyet değil, ümmet bilinciyle birlikte yaşama zorunluluğunu da içerir. Müslüman, İslam toplumunun bir parçası olarak Kur’an’a ve sünnete sımsıkı sarılmakla mükelleftir.

Anadolu irfanı bu ayeti; “Sürüden ayrılanı kurt kapar” sözüyle özetlemiş ve ihtilafı, dağınıklığı, yalnızlığı yasaklamıştır. Zira ümmetin birliğinden uzaklaşmak, kişiyi hem dünyevi hem de uhrevi olarak felakete sürükler.

İslam Toplumu Dağılırsa: Akıbet Telafi Edilemez

Kur’an’ın ipinden, yani Kur’an’ın emirlerinden ve Resûlullah’ın sünnetinden uzaklaşmak; sadece toplumsal bir çözülmeye değil, aynı zamanda ferdî imansız ölümlere de yol açabilir. Müslümanlar, farklılıklarını bir ayrılık vesilesi yaparsa, bu parçalanma, imanla ölüm kapılarını kapatabilir.

Bugün Müslümanlar arasında çıkan her tartışma, her tefrika; kalpleri birbirinden uzaklaştırmakta ve kardeşliği zedelemektedir. Oysa ayet, bizi bir zamanlar uçurumun kenarından çekip çıkaran bir nimeti hatırlatır:

“Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani birbirinize düşmandınız da, Allah kalplerinizi birleştirdi…”
(Âl-i İmrân, 103)

Bu birlik, sadece huzurlu bir toplumu değil, aynı zamanda imanla ölebilme şerefini de beraberinde getirir.

Sünnetten Uzaklaşmak, Felaketin Başlangıcıdır

Hucurât suresi 7. ayet, bu konuda önemli bir uyarı içerir:

Cennetten Yeryüzüne: İlk Peygamberin Kıssası.
Cennetten Yeryüzüne: İlk Peygamberin Kıssası.
İçeriği Görüntüle

“Bilin ki, aranızda Allah’ın Elçisi bulunmaktadır. Eğer O, birçok konuda size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz…”

Bu ayet, Rasûlullah’a değil; kendi arzu ve heveslerine uyanların nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduklarını bildirir. “Bana göre…” diyerek Kur’an ve sünneti kendi arzularına göre yorumlayanlar, imansız bir sonla yüzleşebilirler.

Bugün, ayetleri modern heveslere göre yorumlama çabasında olan, İslam’dan ödün vererek insanlara şirin görünmeye çalışan pek çok kimse; nasıl da sessizce, iz bırakmadan kaybolup gitmiştir...

İmanla Ölmek İçin Ne Yapmalı?

İmanla ölmek bir nasip, ama aynı zamanda bir mücadeledir. Müslüman, sadece bireysel ibadetlerle değil, ümmetin birliği için de gayret göstermelidir. Her türlü fitne ve ayrılıktan uzak durmalı, kardeşliği korumalıdır.

Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurur:

“Sizden biri bir kötülük görürse eliyle düzeltsin, buna gücü yetmezse diliyle; o da olmazsa kalbiyle buğzetsin. Bu, imanın en zayıf derecesidir.”
(Müslim, Îmân, 78)

Ve bir başka uyarı:

“Ya iyiliği emreder kötülüğü men edersiniz ya da Allah üzerinize bir azap gönderir; sonra dua edersiniz ama kabul edilmez.”
(Tirmizî, Fiten, 9)

Dualarımızı Boşa Çevirmeyen Son

İmanla ölmek isteyen her Müslüman, Allah ve Rasûlü’nün gösterdiği yolda olmalı; ümmetin saflarını sık tutmalı; araya şeytanın giremeyeceği bir beraberliğin parçası olmalıdır.

“Ya Rabbi, kalplerimizi kaydırma. Bizi bölenlerden eyleme. İmanla sana ulaşmayı nasip eyle...”