İslam, sadece bireysel bir inanç sistemi değil; toplumu ihya eden ilahi bir davettir. Bu davetin sorumluluğunu taşıyanlara Kur’an, “emr-i bi’l-mârûf ve nehy-i ani’l-münker” görevini yükler.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Sizden, hayra dâvet eden, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”
(Âl-i İmrân, 104)

Bu ayet, her müminin içinde bulunduğu toplumda aktif bir şekilde hayrı yayma ve şerri engelleme görevi olduğunu ortaya koyar. Zira hayat boş ve gayesiz değildir. Kur’an bu hakikati şu çarpıcı ayetlerle hatırlatır:

Kur’an’dan İbret: İki Cehennemlik ve İki Cennetlik Kadın”
Kur’an’dan İbret: İki Cehennemlik ve İki Cennetlik Kadın”
İçeriği Görüntüle

“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder?”
(el-Kıyâme, 36)

“Sizi sâdece boş yere yarattığımızı ve sizin hakîkaten huzûrumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?”
(el-Mü’minûn, 115)

Tebliğ İmanın Meşalesidir

Tebliğ, imanla tutuşan bir merhamet meşalesidir. Kalbi gerçek imanla dolu bir mümin, çevresindeki insanların gaflet içinde cehenneme yürüyüşüne kayıtsız kalamaz. Zira Allah Rasûlü (s.a.s) şöyle buyurur:

“Doğru yola dâvet eden kimse, ona tâbî olanların ecirleri kadar ecir alır… Kötü bir yola dâvet eden de, tâbî olanların günahları kadar günah alır.”
(Müslim, İlim, 16)

Bu sorumluluk, sadece sözle yapılan bir çağrıdan ibaret değildir. En etkili tebliğ, bizzat hayrı yaşamak ve onun canlı timsali olmaktır. Hakkı temsil edemeyen, onu tebliğde de muvaffak olamaz. Tebliğ, ihlasla yapılan bir kulluk görevidir; tıpkı peygamberlerin yaptığı gibi…

“Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.”
(eş-Şuarâ, 180)

Kur’an’la Yapılan Cihad: En Büyük Mücadele

Tebliğ, Kur’an’da "büyük bir cihad" olarak isimlendirilmiştir. Özellikle Mekke döneminde, müminlerin elinde tek silah Kur’an’dı. Ayet şöyle sesleniyordu:

“Kâfirlere boyun eğme ve bu Kur’an’la onlara karşı büyük bir mücadele ver!”
(el-Furkan, 52)

Müminler, Kur’an’ı sadece öğrenmekle kalmayıp onunla hayat bulan ve onun ahlakıyla yaşayan örnekler haline geldiler. Bu uğurda her şeylerini feda etmekten çekinmediler.

Peygamber Efendimiz’in (s.a.s) daveti öyle etkiliydi ki, onu öldürmek için yola çıkan Hz. Ömer, Kur’an’ın diriltici hitabıyla müminler kervanına katılmıştı.

Merhametle Yapılan Davet

Tebliğ, bir üstünlük değil; bir acıma ve merhamet halidir. Rasûlullah (s.a.s), Taif’te taşlandığında dahi şöyle dua ediyordu:

“Allâh’ım! Kuvvetimin zaafa uğradığını, halk nazarında hor ve hakîr görülmemi sana arzediyorum... İlâhî, sen kavmime hidâyet ver; onlar bilmiyorlar.”

Bu, merhametin zirvesidir. Efendimiz (s.a.s), kendisine hakaret edenlere bile dua etmiş, onları kazanmak için her yolu denemiştir. Zira müminin görevi insanları cehennemden alıkoymaktır.

“Ben, ateşe atılmak üzere olan insanları belinden yakalıyorum, ama siz ateşe koşuyorsunuz!”
(Buhârî, Rikâk, 26)

En Hayırlı Ümmet Olmanın Şartı

Cenâb-ı Hak buyurur:

“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten sakındırırsınız...”
(Âl-i İmrân, 110)

Bu şerefi hak etmek için, her müminin kendi çevresine karşı bir sorumluluk taşıdığı bilinciyle hareket etmesi gerekir. Suskunluk, gaflet; tebliğ ise diriliştir.

Efendimiz (s.a.s) bu konuda şöyle buyurur:

“Sizden bir kötülük gören, onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse diliyle... O da olmazsa kalbiyle buğzetsin. Bu, imanın en zayıf derecesidir.”
(Müslim, Îmân, 78)

Ve bir başka uyarı:

“Ya iyiliği emreder, kötülüğü yasaklarsınız, ya da Allah üzerinize bir azap gönderir. O zaman dua edersiniz ama kabul edilmez.”
(Tirmizî, Fiten, 9)