Ruhu çıkmış bir cesedin görüp işitmesi, düşünüp taşınması mümkün olmadığı gibi, manen ölen bir kalbin de gerçekleri görmemesi, kâr ve zararı fark etmemesi, akıbetini düşünmemesi, dinin emir ve yasaklarına kulak vermemesi, bilakis yiyip içip gelip yan yatması hâlidir.
Bir insan eğer Allah’ın azabını düşünüp korkmuyor, mükâfatını düşünüp şevke gelmiyorsa, bu insanın kalbi ölmüştür. Kalbin ölümü farklı mertebelere ayrılır:
Küfür kalbin tam ölümüdür,
Büyük günah işlemek kalbin yarı ölümüdür,
Küçük günahlar işlemek ise çeyrek ölümdür.
Kur’an’da bu durum şöyle belirtilmiştir:
“Zira Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinde de perde vardır ve büyük azap onlar içindir.” (Bakara, 2/7)
Buna rağmen Allah’ın izni olmadıkça kimin kalbinin tam olarak öldüğünü bilemeyiz. Her insanın, ne kadar çok günahkar veya dinsiz olursa olsun, vefat etmeden önce iman etme ihtimali vardır.
Hz. Peygamber (asm), kalbi diri olan bir müminin günah işlediğinde vicdan azabı duyacağını şöyle ifade etmiştir:
“Mümin, günahını, altında oturduğu ve sanki üzerine her an düşme tehlikesi olan bir dağ gibi görür. Facir (günahkâr) ise günahını, burnunun üzerinden geçen bir sinek gibi ehemmiyetsiz görür.” (Buhârî, Deavât, 4; Müslim, Tevbe, 3)
Her günah, boyutuna göre kalbin ölmesine veya hastalanmasına sebep olur. Peygamberimiz (asm) bu durumu şöyle açıklamıştır:
“Mümin bir günah işlediğinde, o günahı kalbi üzerinde siyah bir nokta teşkil eder. Şayet tövbe ve istiğfar eder ve o günahtan arınırsa kalp aynası parlar. Günah arttıkça kararma da artar.” (İbn Mâce, Hadis no: 4244)
Kur’an’da kalb-i selim kavramı vardır:
“O gün / kıymet günü ne malın ne de evlatların bir faydası vardır. Yegâne faydalı olan şey kalb-i selim ile gelmektir.” (Şuara, 26/88-89)
Kalb-i selim; manevi hastalıklardan, özellikle küfür, nifak, şirk, riya ve gaflet gibi marazlardan uzak olan kalptir. Bedeni hastalıkların tedavi edilmediğinde ölüme götürdüğü gibi, tedavi edilmeyen manevi hastalıklar da kalbi öldürür.
Maddi kalbin damarlarının tıkanması bedensel ölüme götürdüğü gibi, iman ve takva damarlarının tıkanması da manevi ölüme sebep olur. Kalbi diri tutan en faydalı gıda ve ilaç, Allah’ı zikretmektir:
“İyi bilin ki kalpler ancak Allah’ı zikretmekle huzur bulur.” (Ra’d, 13/28)
Zikir, Allah’ı hatırlamak ve O’nun emir ve yasaklarına uygun yaşamaktan ibarettir. Dil ve kalp ile yapılan zikir, akıl ve tefekkürle, güzel ahlakla da yapılabilir. Zikirden uzak kalmış, istikametini yitirmiş bir kalp ise, yönünü kaybetmiş bir gemi gibidir ve helak olacağı yer meçhuldür.
Hz. Peygamber (asm) bu durumu şöyle özetlemiştir:
“Şüphesiz ki demirin pas tutması gibi kalplerde pas tutar. Kalplerin cilası ise Allah’ı zikretmek ve Kur’an okumaktır.” (Suyûti, Câmiu’l-ehâdis, 8007)
Bediüzzaman Hazretleri de günahın kalbi nasıl etkilediğini şöyle anlatır:
“Günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah, istiğfar ile çabuk imha edilmezse, küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor.” (Lem’alar, s. 9)
Tövbe ve istiğfar, kalbi yumuşatan en önemli araçlardır. Allah’ı hatırlamak, yaptıklarından pişman olup nedamet etmek en güzel zikirdir.
“Tövbe etmiş kimselerle oturun, çünkü onlar yufka yüreklidir.” (Zeynu’l-Irâkî-İhya ile birlikte, 4/34)
Büyüklerimizin sözleri de kalbin önemini vurgular:
Hz. Vehb bin Münebbih: “İnsanlar ne kadar da tuhaf! Bedeni ölenlere ağlıyorlar da kalbi ölenlere ağlamıyorlar. Oysa asıl felâket, kalbi ölmesidir.”
Ömer bin Abdülazîz: “Haramlar bir ateştir. Ona ancak ölüler uzanır. Diri olsalardı, acısını hissederlerdi.”
Mevlana: “İnsanların çoğu, bedenlerinin ölümünden korkar. Asıl korkulması gereken kalplerin ölümüdür.”
Gerçekten gafil kalpler, dünyevi kayıpları için üzülür, manevi kayıplara aldırış etmez. Sahabeden bir zat Rasûlullah’a kalbinin katı olduğundan şikayet etmiş, Efendimiz (asm) ona:
“Kalbinin yumuşamasını istiyorsan yoksulu doyur, yetimin başını okşa.”
buyurmuştur.
Kur’an’da da bu hakikat dile getirilir:
“Allah kimin gönlünü İslâm'a açmışsa o, Rabbinden bir nûr üzerinde değil midir? Allah'ı anmak hususunda kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte bunlar apaçık bir sapıklık içindedirler.”
Kalbin ölümü, bedensel ölümden çok daha büyük bir felakettir. Kalbi diri tutmak, Allah’ı zikretmek, günahlardan tövbe ve istiğfarla arınmak ve iyi amellerle gönlü beslemekle mümkündür.