Peki, nedir bu gayeler?

Niçin yaşamalıyım?
Ne gibi sorumluluklar yüklenmiş omuzlarıma?

Risalede “Senin hayatının gayelerinin icmali dokuz emirdir.” denilmiş. İnsan hayatının var ediliş sebepleri dokuz maddede özetlenmiş. Bunları benim dilimle kısaca anlatmaya çalışayım...

Sana görme, işitme, koklama, tatma, dokunma gibi duygular verilmiş. Bunlar birer terazi. Dünyada da nice nimet var, her yere serilmiş, serpilmiş. Hepsi ilahi merhamet hazinesinden akıyor. Bunların tadına bakıp duygu terazilerinle tartacaksın. Sonra da vereni tanıyıp tam bir şükür edeceksin.

Senin yaratılışında cihazlar var. Duyularla donatılmışsın. Aklın var, anlıyorsun. Hafızan var, hatırlıyorsun. Kalbin var, seviyorsun, acıyorsun, inanıyorsun. Seçkin bir canlı olarak yaratılmış, önemli niteliklerle bezenmişsin. Bunları da yaratılış amacına uygun bir biçimde kullanacaksın.

İlahi isimlerin definelerini açmak senin görevin. Bu isimler evrende, dünyada, sende tecelli etmiş, belirmiş, görünmüş. Fakat dikkatle düşünmeyen göremiyor. Bunca sanatlı eseri görüyor da arkasındaki sanatkarı, ustayı, yaratıcıyı bilemiyor. Onun ilmini, iradesini, kudretini anlayamıyor. Oysa eserlere, fiillere, sanatlara bakarak ilahi isimleri anlamak, sonra o isimlerle Rabbini tanımak için var edilmişsin.

Bir de sen bir sanat eserisin. Sadece seyirci değil, aynı zamanda seyredilensin. Şuurlu varlıklar nazarında sergileniyorsun. Sende, ilahi isimlerin nakışları, cilveleri, belirtileri var. Tıpkı bir resmin ressamından izler taşıması gibi. Galerideki resmin bilinci bulunsaydı, ustasının sanatını seyirciler önünde bilerek sergileyebilseydi, kıymetine paha biçilmezdi. Ressamı da bundan çok memnun olurdu.

Senin bilincin var, ustanı tanı. Üst üstündeki sanat harikalarını bilerek sergile. Şuurlu varlıklara bu niyetle göster kendini.

İbadet için yaratılmışsın. Öyleyse hem hâl hem de kal lisanınla, yani konuşan dilinle kulluk et.

Rabbin seni hiç yoktan yaratmış, sana hayat vermiş. Nimetlerle besliyor, koruyor, gözetiyor. Sen de onu tanı, ona iman et, gereken kulluk görevlerini yap. Yaratılış gayene uygun davranmış olursun o zaman.

Sadece bilinci bulunan varlıklara, mesela öbür insanlara göstermekle kalma, aynı zamanda seni yaratan zatın önünde de kendini teşhir et.

Bir heykelin, ustasına kendini göstermesi, hâl diliyle “Ben senin eserinim ey sanatkârım!” demesi gibi, sen de Rabbinin nazarına göster kendini. Bu şuurla yaşa.

Bir asker padişahının hediyelerini giyinir, kuşanır, sergilemek üzere onun önünden geçer, kendini ona gösterir. Sen de bu asker gibi ol, Rabbinin sana taktığı nimet nişanlarının farkında olarak ona göster.

Bak, canlılar var her yerde. Bitkiler, hayvanlar, ağaçlar kendilerine verilen görevleri eksiksiz yaparak kulluk ediyorlar. Hayatlarının meyvesi bu. Belki farkında değiller ne yaptıklarının. Onların ibadetlerini görmek, düşünmek, göstermek senin görevin.

Sana azıcık ilim, irade, kudret verilmiş. Bazı duyguların, hâllerin, özelliklerin var. Bunlardan yola çıkarak, Rabbinin sonsuz ilmini, iradesini, kudretini gör, anla.

Bir ölçü birimi yap niteliklerini, zira onlar bunun için verilmiş. Görme duyun olmasaydı, anlayamazdın Rabbinin "gören" olduğunu.

Kesin Kabul Olan Duânın Sırrı: Duânın Kabul Olması İçin Ne Yapılmalı?
Kesin Kabul Olan Duânın Sırrı: Duânın Kabul Olması İçin Ne Yapılmalı?
İçeriği Görüntüle

Bunu böyle bil, ama şunu da bil ki, sendekiler birer gölge, yaratıcınınkilerse sınırsız birer hakikat. Sen onunla varsın. Senin sıfatlarını veren de yine O.

Bu âlem de bir kitap; sürekli yaratıcısını anlatıyor. Her varlık hâl diliyle kendilerini yaratanı tanıtıyorlar. Anlam dolu sözler söylüyorlar. Mesela bir serçe diyor: "Ben bir sanat eseriyim. Hayatımı, suretimi, rızkımı veren bir ustam var. Benim türümden olan bütün serçelerin, kuşların, hayvanların yaratıcısı da yine O. Çünkü hayat kanunlarımız bir. Aynı ustanın elkaldığın yerden devam etinden çıkmışız."

Senin bir görevin de dünya sayfalarını okumak, ondaki manevi sözleri anlamak, Rabbini bu yolla da tanımak.

Sen âcizsin, fakirsin, noksanlarla dolusun. Ama yaşaman için gereken her şey önüne geliyor. Belli ki, sana yardım eden bir kudret sahibi var. Seni biliyor, sana merhamet ediyor.

Nasıl ki açlık yemeklerin lezzetini bildirir, karanlık ışığı gösterir, öyle de senin âcizliğin, zayıflığın yaratıcının ilmini, iradesini, kudretini gösteriyor, bildiriyor.

Sen fakirsin, her şeye ihtiyacın var. Rabbin ise zengindir, sana ihsan ediyor.

Sen zayıfsın, kudreti sonsuz bir zatın himayesi olmasa kendini koruyamazdın.

İşte böyle bak kendine. Noksan niteliklerini gör de seni yaratan zatın sonsuz özelliklerini anla.

Bir Müslüman İçin Hayatın Gayesi

Bir Müslüman için hayatın gayesi nedir? Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- davasında samimi olanların nasıl olması gerektiğini söylüyor?

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–Din samimiyetten ibarettir.” buyurunca, ashâb-ı kiram;

“–Yâ Rasûlâllah! Kime karşı samimiyet ve sadâkat gösterilecek?” diye sordular. O -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de;

“–Allâh’a, Rasûlü’ne, kitâbına, mü’minlerin başındaki imamlarına ve bütün mü’minlere.” (Müslim, Îmân, 95) şeklinde açıkladı.

Bir Müslüman için hayatın gayesi, Rabbin rızasını kazanmaktır. Yaratıcı'ya hakikî mânâda samimî bir kul olmaktır.

Biz kalp ve gönüldeki samimiyete "ihlâs", kalpteki bu samimiyetin dışa akmasına da "edep" deriz. İhlâs ve edep, samimiyetin en bâriz alâmetidir. Bu sebeple insan; edep kemerini kuşanmalı, ihlâs tâcını takmalı ve samimiyet çağlayanı olup gönülden gönüle akmalıdır. Çünkü; "İhlâs ve samimiyetin olduğu yerde, riyâ asla barınamaz."

"RABBİM! BENİ İHLÂS VE SAMİMİYETTEN AYIRMA!"

"Rabbim! Beni ihlâs ve samimiyetten ayırma!" duası benim her zaman dilimden düşürmediğim bir duadır.

İhlâs ve samimiyetle riyâyı birbirinden ayırmak için Ebu'l-Hasan Harakānî Hazretleri'nin şu tespitine bakmak yeterlidir sanırım. O der ki:
"Allah -celle celâlühû- görüyor diye yaptıklarının hepsi ihlâs ve samimiyet; insanlar görsün diye yaptıklarının hepsi riyâdır." Yaptığımız işte Allah rızası olmazsa, ihlâs ve samimiyet bulunmazsa, böyle bir işten hayır umulabilir mi?

İhlâs ve samimiyet olmadan kılınan namaz, namaz olmaz. Tutulan oruç, oruç olmaz. Verilen zekât, zekât olmaz. Yapılan hac, hac olmaz. Gerçi nefis, takdir edilmeyi ister. Alkışlanmayı özler.

Samimiyet, bir Müslüman için hayatın gayesine ulaşmanın temel unsurlarından biridir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, davanın samimi olanların nasıl olması gerektiğini açıklarken "Din samimiyetten ibarettir." buyurmuştur. Sahabe-i kiram da buna karşılık olarak kimlere karşı samimiyet ve sadakat gösterilmesi gerektiğini sormuşlardır. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise "Allah'a, Rasûlü'ne, kitabına, müminlerin başındaki imamlarına ve bütün müminlere." şeklinde açıklamıştır.

Bir Müslüman için hayatın gayesi, Rabbinin rızasını kazanmaktır. Hakiki anlamda samimi bir kul olmaktır. Kalpteki samimiyet ihlas olarak adlandırılırken, bu samimiyetin dışa yansıması edep olarak ifade edilir. İhlas ve edep, samimiyetin en belirgin işaretleridir. Bu nedenle insan, edep kemeri takmalı, ihlas tacını takmalı ve samimiyet pınarı olup gönülden gönüle akmalıdır. Çünkü "İhlas ve samimiyetin olduğu yerde, riyâ asla barınamaz."

"Rabbim! Beni ihlas ve samimiyetten ayırma!" duası benim her zaman dilimden düşürmediğim bir duadır. İhlâs ve samimiyetin riyadan ayrılması için Ebu'l-Hasan Harakānî Hazretleri'nin şu tespitine bakmak yeterlidir: "Allah görüyor diye yapılanlar ihlas ve samimiyet; insanlar görsün diye yapılanlar ise riyadır." Yaptığımız işlerde Allah'ın rızası olmadığı sürece ihlas ve samimiyet bulunmadığından, o işten hayır umulamaz.

İhlâs ve samimiyet olmadan kılınan namaz namaz değildir, tutulan oruç oruç değildir, verilen zekât zekât değildir, yapılan hac hac değildir. Nefis, takdir edilmeyi ister, alkışlanmayı özler, övülmeyi gözler. Bu hevesleri ayaklarımızın altına alabilmek samimiyetin bir göstergesidir. Samimiyeti gözlerde bulmak mümkündür, çünkü gözler yalan söylemez. Verilen sözlere uymak da dürüstlüğün bir işaretidir.

İnsan, fıtratını unuttuğunda ve kötü bir yola saplandığında asliyetini kaybeder, bozulur ve insan olmaktan çıkar.

İslam'ın öğretilerine göre, insanın asli hali temiz ve samimi bir fitrattır. Ancak günahlar, kötü alışkanlıklar ve kötü niyetler insanı bu asli halden uzaklaştırır. İslam, insanın bu kötü durumdan kurtulması için tövbe ve samimiyetin önemini vurgular.

Tövbe, Allah'a yönelip günahlarından pişmanlık duyarak ondan af dilemek ve daha iyi bir hayat sürmek için samimi bir niyetle gayret etmektir. İslam'a göre tövbe, samimiyetle yapıldığında Allah'ın rahmetine ve bağışlamasına vesile olur. Ancak tövbe samimiyetsiz ve yalancı bir şekilde yapılırsa kabul edilmez.

Samimiyetin önemli bir yönü de ibadetlerde ortaya çıkar. Namaz, oruç, zekât gibi ibadetlerde samimiyet olmadığı takdirde, sadece dış görünüşe yönelik bir gösteriş olur. İbadetlerin samimiyetle ve sadece Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla yerine getirilmesi gerekmektedir. Samimiyet olmadan yapılan ibadetler, sadece dünya üzerindeki insanların takdirini kazanmaya yönelik bir çaba olur ve manevi değeri bulunmaz.

Ayrıca, samimiyet insan ilişkilerinde de önemlidir. İyi niyetle ve samimi bir şekilde davranmak, insanlar arasında güvenin ve saygının oluşmasına yardımcı olur. İslam, insanların birbirleriyle samimi ve dürüst ilişkiler kurmalarını teşvik eder. İnsanlar arasında samimiyetin eksik olduğu durumlarda, ikiyüzlülük, dedikodu ve güven eksikliği gibi olumsuz durumlar ortaya çıkabilir.

Sonuç olarak, İslam'ın öğretilerine göre samimiyet, insanın hayatında önemli bir yer tutar. İhlas ve samimiyet, Allah'ın rızasını kazanmak, günahlardan kurtulmak ve insan ilişkilerinde sağlıklı bir ortam oluşturmak için gereklidir. İslam'a göre samimiyet, insanın doğal fitratına uygun olarak yaşamasını sağlayan bir değerdir ve bu değeri korumak insanın sorumluluğundadır.