Dımaşk mescidinde yaşanan bir an, Allah’ın sevgisini kazanmanın ve o sevgiyi hak edenlerin sırlarını gözler önüne seriyor. Ebû İdris el-Havlânî -rahimehullâh-, orada yüzünde tebessüm olan genç bir delikanlı ve etrafında toplanan kalabalığı fark eder. Her tartışmada hemen o gencin görüşüne başvurulur ve fikirleri kabul edilir. Merakı artar, bu gencin kim olduğunu sorar. Cevap nettir: Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh-.
Ertesi sabah mescide erkenden gelen Ebû İdris, Muâz’ın namazını kıldığını görür. Namaz sonrası cesaretle yanına gider ve “Seni seviyorum!” der. Muâz sorar: “Allah için mi?” Ebû İdris her defasında, üç kez “Evet, Allah için” diyerek karşılık verir.
Bunun üzerine Muâz elbisesinden tutup kendisine doğru çeker ve der ki:
“Seni tebrik ederim. Zira Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurmuştur ki:
‘Allah Teâlâ, sırf Benim için birbirini seven, Benim rızam için bir araya gelen ve Benim rızam uğrunda birbirini ziyaret eden, yalnızca Benim rızam için sadaka veren ve iyilik yapanlar, Benim sevgimi hak ederler.’” (Muvatta, Şa’r, 16)
Bu kısa ama derin sohbet, ilahi sevginin gerçek sırrını açığa çıkarır: Sevginin Allah rızası için olması, kalpleri saf ve bağlı kılar. O sevgiyle birleşenler, Rabb’in sevgisine mazhar olur; birbirlerinde O’nun nurunu görürler.
Allah’ın sevgisini kazanmak, sadece dil ile değil, kalbin ve amelin samimiyetiyle mümkün olur. Bu da ancak O’nun için sevmek, O’nun rızası için çalışmak ve her şeyden önce O’nun razı olduğu yolda yürümekle gerçekleşir. Muâz bin Cebel’in hayatı ve davranışları, bu hakikatin yaşayan örneklerindendir.