Günümüzde İslam ümmeti altmıştan fazla devlete bölünmüş durumda ve bu devletlerin bir kısmı birbiriyle savaş halindedir. Böyle bir tabloda herhangi bir İslam devletinin veya yapının hilafet ilan etmesi, diğer Müslümanlara bu kişiye biat etme çağrısında bulunması ne gibi sonuçlar doğurur?
Bu tür bir teşebbüs, mevcut ayrışmaya yeni bir çatışma sebebi ekler. Konuya dair sağduyulu bir yaklaşım sunan dinî çevreler ve ilim adamları, hilafetin ilanından çok daha önce, ümmetin dayanışma ve ortak akıl temelinde bir araya gelmesi gerektiğini vurguluyor.
İslam ülkeleri arasında gerçek bir birlik sağlanmadan atılacak adımların faydadan çok zarar getireceği ifade ediliyor. Bu bağlamda önerilen strateji şu şekilde:
Öncelikle İslam ülkelerinin akil ve âlim şahsiyetleri bir araya gelerek, ümmetin temel problemlerini ve bunlara dair çözüm yollarını belirlemelidir.
Halklar arasında kardeşlik ilişkileri güçlendirilmeli, dinî ve ahlaki değerler esas alınarak iş birliği ortamı kurulmalıdır.
Mevcut yöneticilerin makamlarını bırakma niyeti taşımadığı gerçeği göz önünde bulundurularak, yönetim şekillerine müdahale etmeden ortak faydalar üzerinden hareket edilmelidir.
Zaman içinde bir istikrar ve güven ortamı sağlandığında, İslam ülkeleri arasında ortak bir güç ve temsil otoritesi kurulması hedeflenmelidir.
Bu temsil mekanizmasıyla birlikte, hilafet gibi tüm ümmeti bağlayacak bir makam ancak geniş bir mutabakatla ve meşru zeminde tesis edilebilir.
Bu süreçte “bir kişinin kendini halife, Mehdi veya Mesih ilan edip, ümmeti buna bağlanmaya çağırması; kabul etmeyenleri dışlayarak hatta onlara savaş ilan etmesi” en tehlikeli tutum olarak gösteriliyor. Bu tür girişimlerin İslam’a zarar verdiği ve Müslümanları daha da ayrıştırdığı vurgulanıyor.
Sonuç olarak, hilafet idealine ulaşmak için aceleci ve keyfî çıkışlar yerine, tedrici ve istişareye dayalı bir yol haritası izlenmesi gerektiği belirtiliyor. Gerçek hilafet ancak ümmetin ortak aklı, rızası ve maslahat temelinde hayat bulabilir.