Terbiyenin merkezi ve menşei Cenâb-ı Hak’tır. Terbiyede zirve, âbide peygamberler, onların da zirvesi Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir.

O’nun yegâne muallimi Cenâb-ı Hak idi. Nitekim;

“Beni Rabbim terbiye etti, terbiyemi de pek güzel kıldı.” buyuruyor. (Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I, 12)

Âyet-i kerîmede şöyle buyruluyor:

“…Allah’tan korkun (takvâ üzere olun!.. Bilin ki) Allah (size bilmediğinizi) öğretir!..” (el-Bakara, 282)

Bu demektir ki;

Bir kul, takvâsı ölçüsünde ilâhî terbiyenin talebesi olmaya hak kazanır. 15 asır geriye gidildiğinde;

Mekke’de bir ilim meclisi, bir kütüphane veya mektep yoktu. Bir aşiretti. Herhangi bir din adamı da yoktu. Bir rahip de yoktu, hoca da yoktu. Yetim doğan ve öksüz büyüyen Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, anne-baba gibi bir istinâdı da olmadı şu fânî hayatta.

Lâkin O’nun mürebbîsi Cenâb-ı Hak’tı. Rabbimiz O’nu terbiye etti ve âlemlere rahmet olarak ihsan etti, ikram etti, lûtfetti.

“(Ey Rasûlʼüm!) Biz Senʼi âlemlere ancak bir rahmet olarak gönderdik!” (el-Enbiyâ, 107)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de, aldığı bu ilâhî terbiye ile ümmetini terbiye etti. Bu şekilde, yarı vahşî, kızını diri diri gömen insanlardan bir asr-ı saâdet medeniyeti inşâ edildi.

***

Yine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- daha evvel bir eğitimci değildi.

−Nübüvvetten önce kırk sene, hiç kimseden bir şey öğrenmemiş, hiç kimseye de bir şey öğretmemişti.

−Bulunduğu toplum, bir câhiliye toplumu idi.

−Kendisi ümmî bir kişiydi, yani okuma-yazma da bilmiyordu. Toplum da ümmî bir toplumdu. Toplumda okuma-yazma bilen, yok denecek kadar az durumdaydı.

Kur'ân: Arştan Ferşe Uzanan İlahi Hitap
Kur'ân: Arştan Ferşe Uzanan İlahi Hitap
İçeriği Görüntüle

Fakat Cenâb-ı Hak O’na öyle bir öğretti, öyle bir eğitim verdi ki; O bütün kâinâta muallim oldu, cihâna yön verdi.

***

Mahlûkat içinde eğitime en çok muhtaç olan, insandır. Hayatta en zirve sanat da, insan yetiştirmektir. Bu sanatı icrâ eden en büyük sanatkârlar da peygamberlerdir.

Bu sebeple eğitimcilik, Peygamberâne bir meslektir.

***

Peygamberlerin üç vazifesi vardır:

  1. Allâh’ın âyetlerinin tebliğ ve tatbiki, yani ilâhî emir ve nehiyleri beyân edip uygulamak.

İyi bir eğitimci de evvelâ Kurʼân-ı Kerîmʼin ahkâmıyla âmil, ahlâkıyla kâmil hâle gelecek.

Ancak iyi eğitimli bir insan, vasıflı bir eğitim yaptırabilir, hidâyetlere vesîle olabilir. Zira boş bardakla ikram olmaz.

  1. Tezkiye, yani insanların iç dünyasını mânevî kirlerden ve gaflete dûçâr edecek hâllerden arındırmak. (Böylece kulluk kıvam bulacak.)

İnsanın, ebedî saâdete nâil olabilmesi için tezkiyeye ihtiyacı var.

“(Ki) onu (o nefsini, günahlardan) temizleyen muhakkak kurtulmuştur!” (eş-Şems, 9)

Tahsildeki başarı, muhabbet neticesindedir. Muhabbet akışı neticesinde, sevilenin her hâli sevene sirâyet eder.

Zâhirî ilmin kalpte hazmedilmesi zarurî. Bu da mü’minin ferdî gayretine bağlıdır. Yani takvâya.

Bunların neticesinde de;

  1. Kitap ve “hikmet”in tâlimi; yani kalpleri ilâhî hakikatlere ve sırlara âşinâ kılmak…

Kâinat, sır, hikmet ve rumuzlarla dolu büyük, muhteşem bir laboratuvar.

“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (el-Alak, 1)

Kalpte kitap ve hikmete karşı ufuklar açılacak.

İşte sahâbî bir âyet indiği zaman o âyet üzerinde müzâkere ederlerdi. Kendilerinde olan zaaflarını bertaraf edip Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına yaklaşmaya gayret ederlerdi. Hanımları da aynı şekilde idi.

Böylece Peygamberler eşsiz bir terbiye sistemi, bir fazîletler medeniyeti inşâ etmişlerdir.

***

İnsanlar, şahsiyet ve karaktere hayrandır. Kitleler, öndekilere göre şekillenir. Asr-ı saâdet, Peygamber Efendimiz’e göre şekillendi, eğitimde zirveleşerek bir fazîletler medeniyeti meydana getirdi.

***

Hiç unutulmamalıdır ki;

Eğitimde muvaffakıyetin en esaslı anahtarı, mesleğini sevmek, sabır, sebat ve fedakârlıktır.

“Ey îmân edenler! Sabredin; (düşman karşısında) sebat gösterin; (cihad için) hazırlıklı ve uyanık bulunun ve Allah’tan korkun ki başarıya erişebilesiniz.” (Âl-i İmrân, 200)

***

Her sanatkârın mahâreti, ortaya koyduğu eserden anlaşılır.

Bu sebeple, câhiliyye toplumundan sahâbe neslini yetiştiren Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de insanlığın görmüş olduğu en mükemmel eğitimcidir.

Ashâb-ı kirâmın gönül terbiyesini, bugün hangi pedagog, hangi psikolog verebilir?..

Kur’ân ve Sünnet iklîminde yetişen sahâbe nesli, fetihler neticesinde Medîne’ye akan ganimet mallarıyla zenginleşmelerine rağmen, lüks ve saltanata meyletmedi.

Malı-mülkü bir emanet olarak telakki ettiler. Asr-ı saâdette huşû içinde kılınan namaz, psikiyatrik problemleri yok etti. Oruç ve zekât isyanları önledi, huzuru temin etti.

Mütevâzı yaşantıları, evlerinin sade dekoru değişmedi. Gelen malı infâk etmek sûretiyle hakîkî zenginliğin vicdan huzurunu ve gönül saltanatını yaşadılar.

Zamanımızın amansız hastalıklarından biri olan aşırı tüketim, oburluk, lüks ve gösteriş, sahâbe neslinin tanımadığı bir hayat tarzı idi. Zira onlar; “yarın nefislerin varacağı konağın kabir olacağı” şuuruyla yaşıyorlardı.

***

Güçlü bir eğitimci, muhtaç olduğu insanı kendisi inşâ edebilendir.

Şâzelî meşâyıhından Derkāvî -rahmetullâhi aleyh- anlatıyor:

“Üstâdım beni bir kabîleye gönderiyordu. Dedim ki:

«Gittiğim yerde mânevî sohbetler yapıp hasbıhâl edebileceğim bir Allâh’ın kulu bile yok, yapayalnız kalacağım...»

Bana üstâdımın cevâbı şöyle oldu:

«Muhtaç olduğun insanı kendin doğuracaksın! (Kendin arayıp, bulup, yetiştireceksin.)»”

Râm olursan, muvaffak olursun.

Eğitim, gelip geçici bir sevdâ değildir. Son nefese kadar aşk ve vecd ile îfâ edilmesi gereken yüce bir vazifedir. Bu itibarla eğitimcinin azığı sabır, dayanağı, barınağı ve sığınağı Mevlâ olmalıdır.

Dünya âleminde sabrın en güzel okunacağı bir manzara; beton duvarın arasından çıkan incir ağacıdır.

Ebû Talha -radıyallâhu anh- şöyle nakleder:

“Bir gün Hazret-i Peygamber’in yanına gittim. Açlıktan iki büklüm olmuş, belini dik tutabilmek için karnına taş bağlamıştı. Bu hâlde Ashâb-ı Suffe’ye Kur’ân öğretiyordu. Sahâbe işte bu hâli örnek aldı ve Medîne Kur’ân üstatlarıyla doldu.”

Muhabbetle yapılan işte yorgunluk olmaz…

***

Eğitimci, keyfiyetli bir hizmet sunabilmek için, kendi gelişimini de ihmâl etmemelidir.

Sürekli bir tekâmül (olgunlaşma) gayreti, onun tabiî vasfı olmalıdır.

Aksi hâlde birçok kâbiliyet ve istîdat, eğitimcinin liyâkatsizliği yüzünden sönüp gidebilir. İsrafın en kötüsü de insan israfıdır.

Nasıl ki, kirli bir kabın içine bir menbâ suyu dökülse o menba suyunun bütün berraklığı kaybolur, o kirli kap, içine konulan temiz suyu bozarsa, kalp de aynen bunun gibidir.

Kalp, mânevî kirlerden tezkiye ve tasfiye edilmeli ki sâlih amellerden feyz alsın, Kurʼân-ı Kerîmʼden, hadîs-i şerîflerden, kâinattaki ilâhî azamet ve kudret tecellîlerinden hikmetlerle derinleşebilsin.

***

Bir hukukçunun mânevî tarafı yoksa cellât olur.

Bir cerrahın mânevî olgunluğu yoksa kasap olur. Az bir dünyalık, mânevî dünyalarına zehir saçar.

Bir öğretmenin de mânevî tarafı yoksa, bir nesli mahveder.

Bazen soruyorlar:

“–Nerede kariyer yapalım?” diye. Onlara diyorum ki:

“–Önce takvâ üzerine kariyer yapın, gönül âleminize kariyer yaptırın, sonra nerede isterseniz orada master, doktora yaparsınız.”

***

Eğitimci; gönüllerde hayranlık hissi uyandıran sağlam bir karakter sergilemeli, rûhundan rahmet taşırmalı, yüreğinden feyz, rûhâniyet ve pozitif enerji tevzî etmelidir.

Bugün bir kariyer hastalığı başladı. Bu da kiminde hizmeti unutturuyor maalesef.

***

Eğitimci; gönüllerde hayranlık hissi uyandıran sağlam bir karakter sergilemeli, rûhundan rahmet taşırmalı, yüreğinden feyz, rûhâniyet ve pozitif enerji tevzî etmelidir.

Bugün bir kariyer hastalığı başladı. Bu da kiminde hizmeti unutturuyor maalesef.

***

Eğitimci, bir hâl transferi olan eğitimde noksanlarının, yanlışlarının da muhâtabı tarafından kopyalanabileceğini düşünmeli ve bunun mes’ûliyetini gönlünde derinden hissetmelidir.

Abdullah bin Mübarek Hazretleri’nin kendini sorgulaması.

Hazret, huysuz biriyle yolculuk eder. Seyahat sona erince de içli içli ağlamaya başlar. Niçin ağladığını soranlara da şu cevâbı verir:

“–O kadar yolculuğa rağmen beraberimde bulunan arkadaşımın kötü hâllerini düzeltemedim. O bîçârenin ahlâkını güzelleştiremedim.

Düşünüyorum ki; acaba benim bir noksanlığımdan ötürü mü ona faydalı olamadım?

Şayet o, benim hatâ ve kusurlarımdan dolayı istikâmete gelmediyse, yarın (ilâhî hesap gününde) hâlim nice olur?!.”

***

***

Eğitimcinin gönlü dolu olmalı ki, etrafına müsbet bir enerji tevzî edebilsin.

Zira hâllerde sirâyet özelliği vardır.

Öyle ki, Ashâb-ı Kehf’in köpeği bile bir enerji almış ve Kur’ânî bir ifâde kazanmıştır.

Tahrim Sûresi’nde zikredilen iki peygamber hanımı da fasıklarla beraber olduğu için cehennemlik olmuşlardır.

***

İnsan, Cenâb-ı Hakk’ın her birinde farklı tecellîlerini gösterdiği, bir sanat eseridir. Her insan parmak izleri gibi farklıdır.

Bu sebeple eğitimde muhatabın en iyi şekilde tanınması elzemdir. Zira problemini çözdüğünüz insan sizindir.

Ayrıca Peygamber Efendimiz istidat sahibi sahâbîleriyle daha fazla meşgul olurdu:

Muaz bin Cebel ve Enes gibi…

***

Eğitimci, muhatabının hâlini sîmâsından tanıyacak bir hassâsiyete ulaşmalıdır.

Muhatabının sıkıntılarını, dertlerini görmeden, sürekli ona bir şeyler öğretmeye çalışmak müsbet netice vermez. Evvela rûha girecek bir damar bulmalı.

***

Eğitimci firâset sahibi olmalıdır. Muhatabının dinlemeye, almaya hazır olduğu zamanları kollamalıdır.

Din heyecandır. Başarılı bir eğitim; heyecanlı, alâkanın uyandığı bir ortam ister.

***

Eğitimci, kendisine emânet edilen her bir öğrencinin, istikbâlin zirve şahsiyetlerinden biri olabileceği ihtimâlini dikkate almalı; dünyayı değiştirebilecek dâhîlerin, belki de elinin altında olabileceğini unutmamalıdır.

Bir çürük elma, bir sandık elmayı bozar. Bir sandık elma, bir çürük elmayı tamir edemez.

***

Bahçıvan tohumunu eker, tohumu tarla farelerinden korur. Bakımına dikkat eder, gerisi ilâhî takdirdir.

Mühim olan, eğitimcinin, kâbiliyetleri tespit edip ona güzel bir yön vermesidir.

***

İyi yetişmiş, bir avuç fedâkâr insanın varsa gâlip milletsin. Yoksa mağlupsun!

Aliya İzzetbegoviç’in çok isabetli bir tespiti vardır:

“Savaş, harpte yenilince değil; düşmana benzeyince kaybedilir.”

***

Eğitimci, talebelerinin karakterlerini çok iyi bilmelidir ki, onların rûhuna girecek damarı bulabilsin.

***

Matematiğe meyli olan, matematiğe, şiire meyli olan da şiire yönlendirilmelidir. Toplumda her mesleğe ihtiyaç vardır. Mühim olan kâbiliyetlere doğru yön verebilmektir.

Câmi imamı, sendikacı; sendikacı, câmi imamı olursa hizmetten netice alınmaz. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ashâbını dâimâ kābiliyetlerine göre tevzî ederdi.

Lâkin göz ardı edilmemesi gereken bir nokta da şudur ki, karakter ve şahsiyetler muhtelif olduğu için, bir metod veya tavsiye, bir talebeye fayda verirken diğerine zarar verebilir.

***

Koskoca bir çınar istîdâdındaki talebesini bir metre boyunda bir çalıya dönüştüren eğitimci, Allah katında mes’ûl olur.

***

Zira bu, emânete ihânettir. Âcizliğin, tembelliğin, yorgunluğun olduğu yerde eğitim yoktur. Eğitimin sermayesi, muhabbettir, aşktır, gayrettir.

***

Eğitimci, karşılaşacağı zorluklardan yılmamalı, şikâyet etmemeli, bilâkis karşılaştığı her zorluğun, hizmetindeki kuvvet, dirâyet ve liyâkatini imtihan ettiğini düşünmelidir.

Sahâbî Çin’e, Semerkand’a giderken yorulmadı, üşenmedi, aslâ yılmadı.

***

Tâmir edilen bir eşyâ, tâmircinin kartvizitidir. Eğitimcinin kalitesi de yetiştirdiği talebe ile ölçülür.

***

Teftişte talebeye bakarak, hocanın durumuna karar verilir. Talebe, eğitimcinin kartvizitidir.

İngiliz sosyoloğu Toynbee, Kahire’ye gider. Müslümanların sosyal yapısını ve hayatlarını inceler. Orada bir Müslüman dilenci görür ve yanına giderek onun hâlet-i rûhiyyesini, hissiyâtını tahlîl etmeye çalışır. Ona der ki;

“-Sana para versem ne yaparsın?”

Pislikler sebebiyle başında sinekler uçuşan dilenci;

“-Dua ederim.” der.

“-Peki Allah, senin duanı kabul eder mi?” diye tekrar sorar.

Dilenci de;

“-Benim vazîfem beni sevindirdiğin için sana dua etmektir. Allâh dilerse kabul eder, dilerse etmez.” der.

Toynbee, dilencinin verdiği cevâba çok şaşırır ve;

“-Bizim âlim geçinen papazlar kendi gibi bir insanın günahını çıkartıp onu cennetlik yapıyor. Oysa burada dînin en basit ferdi bile bana Allâh dilerse affeder; dilerse affetmez diyor.” der. İnsanlara haddini bilmeyi ve Allâh’ın kullarını ancak yine Allâh’ın bağışlayabileceğini ifâde eden bu hâlet-i rûhiyeye hayran olur.

***

Eğitimci, talebelerine karşı müşfik, âdil ve insaflı olmalı, kaldıramayacakları bir vazife yüklemeyip, herkesi gücü ölçüsünde değerlendirmelidir.

***

Çoban, sürüsünden mes’uldür. Ayağı kırılan bir kuzuyu kucağında taşımak mecbûriyetindedir. Bunun gibi talebeler de, eğitimciye zimmetlidir.

***

Bütün peygamberlere çobanlık yaptırılmıştır. Kademe kademe eğitimden geçirilmiştir. Eğitimin kademe kademe olması zaruridir. Zira tecrübe mühimdir.

***

Eğitimcinin en çok dikkat edeceği husus, kusuru nefsinden, muvaffakıyeti Rabbinden bilmektir.

***

Eğitimci; güler yüzüyle, tatlı diliyle, huzur tevzî etmeli, öğretmeye ve eğitmeye önce sevdirerek başlamalıdır. Unutmamak gerekir ki her insan ihsâna/güzelliğe mağluptur; tatlı dile, güler yüze meftundur.

“…İnsanlara güzel söz söyleyin!..” (el-Bakara, 83)

*** Bir eğitimcinin ağzından dâimâ pırlanta sözler çıkmalıdır. Karşısındakine bir akarsuyun akışı gibi ferahlık vermelidir.

Kaba söz ve kaba muâmele eğitimci için, en büyük zaaflardan biridir. Allah korusun, âbâd edeceği yerde berbat eder.

***

Eğitim, zorluklar karşısında şikâyeti unutma sanatıdır. Tahammülsüzlük ve şikâyetin başladığı yerde eğitim biter.

***

Eğitim, oturma işi değildir. Eğitim, yüksek bir enerji gerektirir. Bunun için de en başta kalp, müsbet enerjiyle dolu olmalıdır.

***

Eğitimci, talebelerinin ayıplarını araştıran değil, ayıp ve kabahatlerini örterek onları ıslâha çalışan kişidir.

***

Bir eğitimciye duyulan muhabbet, onun öğrettiklerine olan alâkayı da artırır. Eğitimcinin, talebelerine muhabbet ve merhametle yaklaşması, telkin ettiği mesajları aklî bir mecrâdan ziyâde, kalbî bir yoldan aktarmasını sağlar.

***

Kalbe erişmeyen bilgi, irfâna dönüşmez.

***

Eğitimciler çocukların en kıymetli uzuvlarında, yani kalp ve dimağlarında tasarrufta bulunarak, bir dünya görüşü inşâ ederler. Bu itibarla eğitimciler için “istikbâl mîmârı” demek mümkündür.

***

Eğitimci; sınıfının yapısını, işleyeceği konunun malzemelerini dikkate alarak plan yapmalı ki, dersi verimli olsun.

***

Planlı programlı hareket eden bir eğitimci; bu sayede nerede kaldığını, ne anlattığını ve ne kadar verim aldığını görebilir.

***

Eğitimci, talebesine mesâî dışında da zaman ayırmalıdır. İşyerine giriş-çıkışta kart basan bir işçi veya yoklama defterine imza atan bir memur gibi olmamalıdır.

Mahmut Bayram Hoca’nın misâli.

***

Eğitimde muvaffakıyetin kantarı, fedâkârlıktır.

***

Peygamber Efendimiz’in en mühim eğitim metodu, sohbetti. Zira sohbette kalbî alâka vardır. Sohbette dinleyenlere göre zuhurât gerçekleştiğinden, sohbet, bir bakıma muhâtaplara reçete yazmak gibidir.

***

Bir mütefekkir der ki:

“Yeryüzünde iyi bir muallim olmak isterseniz gökyüzünün talebesi olmalısınız.”

Yani ömür boyu vahyin talebesi olarak Kur’ân ve Sünnet istikâmetinde hem yaşayacak hem de yaşatacaksınız.

Ancak o zaman talebeliğin en tatlı meyvelerini toplar ve gerçek muallimlerden olabilirsiniz.

Mehmed Akif, ideal bir eğitimciyi şöyle tarif eder:

Muallimim diyen olmak gerektir îmanlı,

Edepli, sonra liyâkatli, sonra vicdanlı…

Yani bir muallim, her şeyden önce “îmanlı” olacak; yüreğinden rahmet taşıracak.

“Edepli” olacak; örnek bir karakter ve şahsiyet inşâ edecek.

“Liyâkatli” olacak; mes’ûliyet şuuruyla kendini iyi yetiştirip vazifesinin ehli olacak.

“Vicdanlı” olacak; merhamet, şefkat, fedakârlık gibi fazîletlerle insanlığını tescil ettirecek.

Velhâsıl eğitimcilik, samimî bir fedakârlık mesleğidir. Bir eğitimci, ne kadar ibadet heyecanıyla dersine girerse o nisbette müsbet bir tesiri olur.

Bunun içindir ki kendisini dîne, vatana, millete adayan, bütün bir sath-ı vatanı okul sayan ve ardında “yetişmiş insan” mirası bırakan kıymetli eğitimcilere ne mutlu!

Onlar ömürlük bir teşekküre lâyıktırlar…

***

Mutasavvıflar, kendilerini Allâh’a adayan, muhteşem eğitimcidirler. Fânî hayatlarından sonra da, eğitimlerine devam ederler.

–Mevlânâ Hazretleri (Keyfiyetli ideal insan)

“Bu can bu tende oldukça Hazret-i Kur’ân’a kulum, köleyim; Hazret-i Muhammed Muhtâr -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mübârek ve nurlu yolunun toprağıyım.”

–Serî es-Sakatî Hazretleri (Ümmetin derdi ile dertlenmek)

–Bahâeddin Nakşibend Hazretleri ve mâzîsi

“Âlem buğday ben saman,

Âlem yahşi ben yaman.”

Vefâtından sonra sevenlerinden biri Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’ni rüyasında görmüş ve sormuş:

“–Ne amel işleyelim ki kurtuluşa erelim?”

Hazret şöyle buyurmuş:

“–Son nefeste ne ile meşgûl olmak gerekirse, onunla meşgûl olunuz.”

–Dâvûd-i Tâî Hazretleri

–İrşad durumuna göre Ebü’l-Vefâ Hz. ve Fatih Sultan Mehmed Han

–İstiklal Mahkemeleri

–İbn-i Mes’ûd, Koyun çobanı ve Kûfe Mektebi

Hâfız-ı Şîrâzî şöyle eder:

“İnsan bir damla kan, bin bir endişe!”

–Ömer bin Abdülaziz, kendini toplumdan mes’ûl gördü.

***

Velhâsıl her eğitimci, bir milletin istikbâli demek olan gençliği yetiştirmek gibi, son derece kıymetli bir hizmetin içinde bulunduğu şuuruyla yaşamalıdır.

Milletlerin istikbâli hakkında önceden fikir sahibi olmak, kerâmet veya kehânet değildir. Bunun için o milletin gençlerinin enerjilerini nerelerde tükettiğine bakmak kâfîdir.

Eğer bir millette gençler güçlerini hayra, mâneviyâta ve fazîlet yolunda hizmet ve gayrete sarf ediyorsa, o millet istikbâl vaad ediyor demektir.

Bunun aksine, bir milletin gençleri, güç ve kâbiliyetlerini nefsâniyetin hoyratlığı içinde zâyî ediyorsa, mensup oldukları milletin âkıbeti, hüsrandan başka bir şey olamaz.

Bir mütefekkir şöyle der:

“Hâkim milletlerle mahkûm milletler arasındaki tek fark, terazinin bir kefesini diğerinden ağır getiren bir gram gibidir. İyi yetişmiş bir avuç insanın varsa gâlip milletsin, yoksa mahkûm…”

***

Gerçek eğitimciler;

–Yaşama zevkini bir kenara bırakıp başkalarını yaşatma aşkına gönül veren,

–Toplumu âdeta kendilerine zimmetli gören,

–Kendi kurtuluşlarının, başkalarının da kurtuluşu için gayret etmekten geçtiğini bilen,

–Hizmetteki sabır ve azimlerini dâimâ tevâzu ile taçlandıran,

–Îman ve ahlâk cephesinin fedakâr ve cefakâr neferleridir.

Ne mutlu ardında sadaka-i câriye olacak îmanlı bir nesil ile gök kubbede hoş bir sadâ bırakabilen bahtiyar kullara!..

Rabbimiz cümlemizi, vazife ve hizmet şuuru içinde olan, irfan sahibi kullarından eylesin. Bereketli bir hizmet ömrü ve iki cihan saâdeti lûtfeylesin…

***

Son olarak şunları da ilâve etmek istiyorum:

Her eğitimci, almış olduğu tahsil neticesinde eğitimci olur. Lâkin bir taraftan da hayat dershanesinin bir talebesi mevkiindedir.

Yani eğitimciler de son nefesle ilâhî huzura çıkacak olan birer talebe durumundadır.

Şu üç not çok ehemmiyetlidir:

  1. Hocanın talebeye vereceği not.
  2. Talebenin hocasına vereceği not.
  3. Cenâb-ı Hakk’ın kıyâmet günü bizlere vereceği not.

Nasıl ki eğitimcilerin talebelerinden beklentisi, dönem sonunda güzel bir karneye sahip olmalarıysa; Rabbimiz’in bizlerden arzu ettiği de, îman ve sâlih amellerle dolu bir ömür karnesiyle huzûruna varabilmemizdir.

Rabbimiz, lûtf u keremiyle cümlemize ihsan buyursun. Âmîn!..

İslam ve ihsan

Muhabir: Musap yeşilmen