Bir gün Sevgili Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), ashâbıyla birlikte bir kabristana vardı. Gönlünden taşan hasreti kelimelere döküldü:

“Allâh’ın selâmı üzerinize olsun ey mü’minler diyarının sakinleri! İnşâallah bir gün Biz de size katılacağız. Kardeşlerimizi görmeyi çok isterdim…”

Ashâb hayretle sordu:

“Yâ Rasûlallah, biz Sen’in kardeşlerin değil miyiz?”

Rasûlullah (sav.) tebessüm etti:

“Sizler benim ashâbımsınız. Kardeşlerimiz ise henüz gelmemiş olanlardır.”

Bu söz, sadece bir özlem değil, aynı zamanda bir işaretti: Ümmetine, daha görmeden sahip çıkan bir Nebî’nin habercisiydi.

Ashâb yeniden sordu:

“Yâ Rasûlallah, Sen ümmetinden henüz gelmemiş olanları mahşer günü nasıl tanıyacaksın?”

Nebîlerin Bile İmreneceği O Mübarek Kullar Kim?
Nebîlerin Bile İmreneceği O Mübarek Kullar Kim?
İçeriği Görüntüle

Peygamberimiz (sav.) cevap verdi:

“Bir adam düşünün; alnı ve ayakları ak olan bir atı var. Bu at, simsiyah bir at sürüsü içinde belli olmaz mı?”

Ashâb:

“Elbette olur!” dediler.

Efendimiz (sav.) o zaman buyurdu:

“İşte ümmetim de abdestin bereketiyle yüzleri nurlu, elleri ve ayakları parlak olarak gelecek. Ben de Kevser Havzı’nın başında onları bekleyeceğim.”

Ancak bu müjdeyle birlikte bir ikaz da vardı:

“Dikkat edin! İçinizden bazıları havuzdan uzaklaştırılacak. Onlara: ‘Gelin buraya!’ diyeceğim ama bana denilecek ki:
‘Ya Rasûlallah, Sen’in ardından onlar yolunu değiştirdiler.’
Ben de: ‘Uzak olsunlar, uzak olsunlar!’ diyeceğim.”

Bu hadîs, sadece bir bilgi değil; sadakatin, sünnete bağlılığın ve abdestin bereketinin ebedî bir sembolüdür. Mahşer günü yüzlerimizin nurla parlamasını isteyen her mü’minin bu ikazı yüreğinde taşıması gerekir.