İslam inancında ölüm, sadece bedensel bir sona erme değil, ruhun bu dünyadan ahirete geçişi anlamına gelir. Ölünün kabri toprakla örtülüp düzlendiği, cenaze töreni tamamlanıp insanlar dağıldığında, sahabelerin kabrin yanında durup “La ilahe illallah” diyerek ölüye telkinde bulunmaları müstehap kabul edilmiştir. Bu telkin, ölüye İslam’ın temel inançlarını hatırlatmak, onun ruhunu teselli etmek ve ona manevi destek vermek amaçlıdır. Telkin, kesin bir farz olmasa da sahabe ve tabiin döneminden gelen rivayetlerle meşru bir uygulama olarak kabul edilir. Peygamber Efendimiz’in (asm) telkin verdiğine dair doğrudan bir rivayet olmamakla birlikte, ashâb ve tabiîn uygulamaları bu davranışı desteklemektedir.
Ölüm, ruhun cesetten ayrılmasıyla gerçekleşir ve bu andan itibaren kişi, dünya hayatındaki duyuları ve hayatını kaybeder. Kur’an-ı Kerim’de, “Sizden birinize ölüm geldiği vakit, elçilerimiz onun ruhunu alırlar” (En’am, 6/61) buyurularak, ruhun alınmasının melekler eliyle ve Allah’ın emriyle olduğu vurgulanır. Bu süreçte ölüm meleği Azrail ve yardımcı melekler görev yapar. Ölümün asıl faili Allah’tır; melekler ise O’nun izniyle ruhu alır.
Müminlerin ruhu ölüm anında rahmet meleği ve ölüm meleği tarafından güzel kokularla, iyiliklerle karşılanır. Hadislerde, ruhun semaya yükseltilmesi, yedinci kat semaya varıncaya kadar melekler tarafından uğurlanması ve Allah’ın huzuruna çıkarılması detayları verilir. Bu süreçte mümin ruhun dünya hayatındaki iyi amelleri Levh-i Mahfuz’a kaydedilir ve ruh kısa bir süre sonra yeryüzüne döner. Kabre konulduğunda ruh, kefene sarılmış haliyle cesede iade edilir. Kabir azabından Allah’a sığınmak, müminlerin ölümü sonrası ruhlarının huzur içinde olması için dua etmek anlamına gelir.
Kâfir ve günahkarların ruhları ise ölüm meleği tarafından sert ve korkutucu bir şekilde alınır. Onların ruhları kötü kokular yayar, azap meleklerine teslim edilir ve cehennemdeki “Siccin” adlı yere götürülür. Gök kapıları onlara kapalıdır; ruhları ceza ile karşılaşır. Hadislerde, bu ruhların kabirde ve ölüm anında acı çektiği, korku ve azap içinde olduğu ifade edilir.
Peygamberimiz (asm)’in bir cenazeye katıldığı bir rivayette, kabir henüz kazılmamışken “Kabir azabından Allah’a sığının!” diye dua etmesi, kabir hayatının gerçekliği ve kabir azabının varlığına işaret eder. Müminlerin ruhları semada birbirleriyle karşılaşır, dünyadaki yakınlarının halini sorar; bu manevi buluşma ahiret hayatının bir parçasıdır.
Ruhun bedenden çıkışından kabre konulmasına kadar geçen süreçte ruh, pek çok manevi hadiseyle karşılaşır. Kur’an ve hadisler, ruhun bu yolculuğunu detaylı şekilde anlatır ve ölüm sonrası hayatın gerçekliğine dair inancı güçlendirir. İslam’da ölüm, sonsuz hayatın başlangıcıdır; bu sebeple ölünün doğru şekilde defnedilmesi, ona dualar edilmesi ve telkin verilmesi büyük önem taşır.
Sonuç olarak, ruhun bedenden ayrılması, meleklerin görevi, kabir hayatı ve ahiret yolculuğu; Kur’an ayetleri ve Peygamberimizin hadisleri ışığında, İslam inancının temel taşlarından biridir. Müminler için ölüm, Allah’ın rahmetine kavuşma, kâfirler için ise bir uyarı ve cezalandırma sürecidir.