NEREDEN GELDİM, NİÇİN GELDİM VE NEREYE GİDİYORUM?
Işığı ve karanlığı hangi sanatkâr yarattı? Nereden geldim, niçin geldim ve nereye gidiyorum? Bu dünyadaki asıl görevim nedir, ne yapmam gerekir? Beni kim meydana getirdi? Dünya doğduğunda suları ve bitkileri kim yarattı? Rüzgârı ve bulutları kim düzene koydu? Bir oğul doğduğunda babasının kalbine sevgiyi kim koydu? Bu sorular, yalnızca imanla cevaplanabilecek derin sorulardır.
Günümüzde insanlık büyük bir anlam ve gaye krizi yaşamaktadır. Teknolojinin sarhoş edici imkanları arasında kaybolan insan, metafizik âlemden kopmakta, sadece ekonomik ve biyolojik bir varlık hâline indirgenmektedir. İman ve amel, bu hayatın yalnızca geçici değil, aynı zamanda ebedî yönünü de aydınlatan yegâne rehberdir.
Modern hayatı yönlendiren teknoloji, insanı sadece üretken bir varlık haline getirmeyi hedefler; ahlâk, adalet ve inanç gibi değerleri göz ardı eder. Oysa insanı insan yapan ve onu diğer varlıklardan üstün kılan, maddî imkânlar değil, ruh dünyasıdır.
ANLAM VE GAYE NEDEN KAYBOLDU?
Modern insan, anlam ve gaye merkezli bir hayat felsefesinden uzaklaştıkça ruh dünyası da çoraklaşmaktadır. Tesadüf anlayışına dayalı materyalist felsefeler, insanı evrendeki yerinden koparmakta, ruhsuz bir makineye dönüştürmektedir.
Vahiy olmadan hayatın niçin yaşandığı sorusu cevapsız kalır. Pozitif bilimler, "nasıl" sorusuna cevap verir ama "niçin" sorusuna veremez. Bu yüzden varlığımızın kaynağı, ölüm sonrası hayat, cennet-cehennem, hesap, sevap ve günah gibi kavramları yalnızca ilahi mesajla kavrayabiliriz.
TESADÜF MÜ YARATILIŞ MI?
Varoluşumuz tesadüf değildir. Bizler başıboş bırakılmamış, hikmetle yaratılmış, anlamlı bir hayat için dünyaya gönderilmişiz. Seneca’nın dediği gibi:
“Ben büyük yaratılmışım, bedenimin kölesi olmaktan daha büyük şeyler için doğmuşum.”
İşte bu sorulara cevap aramak, insanca yaşamanın gereğidir.
BENİ KİM YARATTI?
Bu soruya ancak imanla cevap verilebilir. Zerdüşt'ün sorusu hâlâ geçerlidir: “Beni kim meydana getirdi?” Cevap nettir: Allah Teâlâ. O, her şeyi bir ölçüyle yaratmış, her varlığa bir görev yüklemiştir. Kur’an-ı Kerim, evrendeki düzenin ilahi planla yaratıldığını açıkça ortaya koyar:
“Göklerde ve yerde Allah’ın birliğini ve kudretini gösteren nice deliller vardır…” (Casiye 3-6)
Kur’an, varlıkların yaratılışına dikkat çeker; göğün direksiz yükselişinden dağların dikilişine, yağmurun gelişinden rüzgârın yönlendirilmesine kadar her şey bir kudretin işaretiyle gerçekleşir.
ÖLÜMLE YOKLUK MU VAR?
Eğer ölümle her şey bitecekse, iyilikle kötülüğün, zalimle mazlumun farkı kalmaz. Bu düşünce adaleti, erdemi, fazileti yok eder. Ama ahirete iman bu karanlığı aydınlatır.
Allah adalet sahibidir.
“Yoksa kötülük yapanlar, kendilerini iman edip sâlih amel işleyenlerle bir mi tutacağımızı sandılar? Bunlar ne kötü hüküm veriyorlar!” (Casiye 21)
Ahiret inancı, yapılan hiçbir şeyin boşa gitmeyeceğini, her kulun hakkını alacağını, mazlumun zalimden intikamını göreceğini müjdeleyen bir nurdur.
SONUÇ
Allah’a ve ahirete iman, geçmişimizi ve geleceğimizi aydınlatır, hayata anlam katar. Tesadüflerin değil, hikmetin eseri olarak yaratıldığımızı bilirsek; nereden geldiğimizi, niçin yaşadığımızı ve nereye gideceğimizi de idrak etmiş oluruz.