ABD'nin başkenti Washington'da bir müzede düzenlenen etkinlik sırasında israil Büyükelçiliği'nde görevli dört kişiye silahlı saldırı gerçekleştirildi. Olayda iki siyonist öldü. "Gazze için yaptım, Özgür Filistin" Elias Rodriguez'in operasyondan önce hazırladığı mesaj ortaya çıktı.
Elias Rodriguez'in israilli diplomatlara yönelik operasyonu gerçekleştirmeden önce yayınladığı manifesto:
İsraillilerin Filistin’e karşı işlediği vahşetler tanımı aşar, sayılarla ifade edilemez. Bu vahşetleri çoğunlukla okuyarak değil, videolarla izleyerek öğreniyoruz—bazen canlı olarak. Haftalar boyunca hızla artan ölü sayısının ardından, İsrail ölüleri sayacak kapasiteyi bile yok etti—bu da soykırımına büyük hizmet etti. Yazım sırasında Gazze Sağlık Bakanlığı travmatik güç sonucu öldürülen 53.000 kişiyi kayda geçmiş durumda; en az on bin kişi enkaz altında, bilinmeyen binlercesi de önlenebilir hastalıklardan, açlıktan öldü; on binlercesi ise İsrail ablukası nedeniyle acil kıtlık riski altında.
Bütün bunlar Batılı ve Arap hükümetlerinin işbirliğiyle mümkün oldu. Gazze Enformasyon Ofisi, enkaz altındaki on bini kendi ölü sayısına dahil ediyor. Aylarca haberlerde “on bin kişi” enkaz altında olarak geçti—bu, yeni enkazlar yaratılmasına ve bu enkazların tekrar tekrar bombalanmasına rağmen. Çadırlara yönelik bombardımanlar bile oldu. Yemen’deki ölü sayısının yıllarca birkaç bin olarak tutulmasının ardından gerçek sayının 500.000 olduğu ortaya çıkmıştı. Bu sayıların hepsi büyük ihtimalle suç teşkil edecek şekilde az gösteriliyor. 100.000 ya da daha fazla kişinin öldüğü yönündeki tahminlere inanmakta zorlanmıyorum. Bu yılın Mart ayından bu yana, “Koruyucu Hat” ve “Dökme Kurşun” operasyonlarının toplamından daha fazla kişi katledildi.
Paramparça olmuş, yanmış, patlamış bedenlerin ne kadarlık bir kısmının çocuk olduğunu söylemeye ne hacet. Bizler—bunun olmasına izin verenler—Filistinlilerin affını asla hak etmeyeceğiz. Onlar da bize bunu gayet net biçimde ilettiler zaten. Silahlı bir eylem, illa ki askeri bir eylem değildir. Genellikle değildir. Genellikle bir tür tiyatrodur, gösteridir; birçok silahsız eylemle bu yönü ortaktır. Soykırımın ilk haftalarında yapılan şiddet içermeyen protestolar bir dönüm noktası gibi görünüyordu. Daha önce hiç Batı’da bu kadar çok on binlerce insan Filistinlilerle dayanışma içinde sokaklara dökülmemişti. Daha önce hiç bu kadar çok Amerikalı siyasetçi, retorik de olsa, Filistinlilerin de birer insan olduğunu kabul etmek zorunda kalmamıştı. Ama bu retoriğin şimdiye kadar pek bir karşılığı olmadı.
İsrailliler, Amerikalıların kendilerine bu soykırımı sürdürmeleri için sağladıkları serbestiyeti, kendi ağızlarıyla hayretle anlatıyorlar. Kamuoyu, bu soykırımı yapan apartheid devletine karşı dönmüş durumda, ama Amerikan hükümeti bunu omuz silkip geçiyor: “O zaman kamuoyuna gerek yok,” diyorlar adeta. Yapabiliyorlarsa kamuoyunu suç sayarak bastırıyorlar, yapamıyorlarsa da “İsrail’i dizginlemek için elimizden geleni yapıyoruz” gibi sıradan güvence sözleriyle kamuoyunu boğuyorlar. Aaron Bushnell ve diğerleri bu katliamı durdurmak umuduyla kendilerini feda etti ve devlet bize onların fedakârlıklarının boşuna olduğunu hissettirmeye çalışıyor—Gazze için yükselmenin, bu savaşı evimize taşımanın bir anlamı olmadığını göstermek istiyorlar.
Onların bu oyunu kazanmasına izin veremeyiz. O fedakarlıklar boşuna değildi. Hükümet temsilcilerimizin bu katliamı desteklerken hissettikleri cezasızlık hissi, aslında bir illüzyon olarak ifşa edilmelidir. Bu cezasızlığı en ağır haliyle yaşayanlar, soykırımcılara en yakın olanlarımızdır. Guatemela devletinin Maya halkına karşı yaptığı soykırımdan kurtulanları tedavi eden bir cerrah, bir defasında bir katliamda ağır yaralanan bir hastayı ameliyat ederken, silahlı adamların ameliyathaneye girip, ameliyat masasındaki hastayı kahkahalarla vurarak öldürdüğünü anlatmıştı. Cerrah, en kötü kısmın o katilleri—kendisine gayet tanıdık olan adamları—yıllar sonra sokakta rahatça dolaşırken görmek olduğunu söylemişti. Başka bir yerde, vicdan sahibi bir adam, Vietnam kasabı Robert McNamara’yı Martha's Vineyard feribotundan denize atmaya çalışmıştı. McNamara’yı arkadaşlarıyla birlikte feribotta gülerek otururken gördüğünde, onun cezasızlığına ve küstahlığına dayanamadı. O adam McNamara’nın “duruşunu”—‘Tarihimi kafama takmıyorum, burada Ralph ile oturup içkimi yudumlayabiliyorum, sen de buna katlanacaksın’ tavrını—sindiremedi. McNamara’yı suya atmayı başaramadı, çünkü eski dışişleri bakanı trabzanlara tutunarak tekrar ayağa kalktı. Ama saldırgan adam, bu girişimin değerini şu sözlerle açıkladı: “Onu dışarıya, ikimizi baş başa bırakacak bir yere çıkardım. O anda tarihi o kadar da sağlam görünmüyordu, değil mi?”
Silahlı gösterilerin ahlaki yönü hakkında da bir şey söylemek gerek. Soykırıma karşı olan bizler, faillerin ve suç ortaklarının insanlıktan çıkmış olduğunu savunarak bir tür tatmin buluyoruz. Bu görüşü anlayabiliyorum, çünkü tanıklık ettiğimiz vahşet—ekran aracılığıyla bile olsa—ruhu çok fazla zorluyor. Ama insanlık dışılık dediğimiz şey aslında oldukça sıradan, sıradan bir insana özgü bir durum. Bir fail aynı zamanda sevgi dolu bir ebeveyn, saygılı bir evlat, cömert bir arkadaş, hoş bir yabancı, bazen kendi menfaati dışında bile ahlaki güç gösterebilen biri olabilir—ve yine de bir canavar olabilir. İnsan olmak, birini hesap vermekten muaf kılmaz. Bu eylem, 11 yıl önce, “Koruyucu Hat” sırasında yapılmış olsaydı da ahlaki açıdan haklı olurdu—ben şahsen o sıralarda Filistin’de yaptığımız vahşetin farkına acı biçimde varmıştım. Ama sanırım çoğu Amerikalı için o zamanlar bu tür bir eylem anlamsız, delice görünürdü. Bugün en azından birçok Amerikalı için bu tür bir eylem gayet anlamlı ve belki de tek akla yatkın seçenek gibi görünüyor.