Doğrudan veya dolaylı yoldan Filistin ile ilgili onlarca makale yazdık veya yazıldı. Bunların hepsinde Gazze’ye karşı ümmetin liderlerini ve fertlerini harekete geçme veya geçirme teması işlendi.

Doğrudan veya dolaylı yoldan Filistin ile ilgili onlarca makale yazdık veya yazıldı. Bunların hepsinde Gazze’ye karşı ümmetin liderlerini ve fertlerini harekete geçme veya geçirme teması işlendi. Fıkhi fetvalar sıralandı, tefsiri izahatlar yapıldı, Siyer’den örnekler verildi ve insanlıktan nice tablolar çizildi…

Çizildi çizilmesine ama nafile! Ceset haline dönüşmüş bir bedene söz ne kadar tesir edebilir ki? Bunun farkına varan Üstad Said-i Nursi cesetlerin tekrardan işiten, anlayan ve idrak ederek harekete geçiren ruha kavuşmaları için İman Hakikatleri’ne daha çok yoğunlaşmıştı...

İsimler bizden, liderler bizden ama maalesef ürün bizden değil. Sahte Rablerin sahte ideolojilerine göre programlanmış bir fabrikadan çıkan ürün nasıl bizden olsun ki? Bu da yetmezmiş gibi fabrikalar İslami olmamasına rağmen defolu ürünler üzerinden kendi fabrikalarını ve programlarını yermek yerine, İlahi programa ve o programda şekillenmeyen Müslümanlara yüklenildi. Çarşısı, idaresi, okulu ve her şeyiyle hakiki Rab olana kafa tutan sistemlerde hak meyvesi yeşerir mi? Adı Ahmet veya Mehmet olsa da. Ama bunlar öyle şeytanlaşmış ve kurnazdırlar ki, kendi ürünleri olmalarına rağmen bizden olan o isimler üzerinden yıllarca bizi aşağıladılar. Yetmedi bizi bize aşağılattılar. Sonuç olarak hep kendini yetersiz ve küçük gören, aynı zamanda aşağılık psikolojisinden kurtulamayan ürünler türedi. O da yetmedi biz bu aşağılık kompleksine kapılırken onların değerleri ve batı yenilmezliği, bileği bükülmez birer Nemrut ve Firavun olarak ruhlarımıza ilmek ilmek işlendi.

Sonuç olarak ruhları bunca darbeye maruz kalmış lider ve fertlerin parmağı bile kımıldamıyor. Veya kımıldadığı kadarı ile iş göremiyor. Bu aşağılık kompleksine kapılan ruhlar, ürettikleri mazeretlerle kendilerini de ümmeti de felç etmiş durumda. Hawar Ya Rabbi, Hawar!

Ey Gazzeli kardeşim! Hakkını helal et, demeye yüzümüz bile yok. Ama bil ki ümmetin bedeni sağ ve iş görecek yetiye sahip olsa bile beyinler felç olmuş durumda. Bu yüzden bedenlerimiz donuk, ruhlarımız paramparça, aciz birer ölü gibiyiz. Aciz ve zavallıyız! İşgal edilmişiz, zihinlerimiz ele geçirilmiş. Buna rağmen son kale avutmasıyla kendimizi avutup duruyoruz. Halbuki yaratan son demeden kimin haddine rollere son vermeye. Allah çağrısını ırklara mı, topraklara mı hapsetmiş, kimin haddine yaratana sınır çizmeye?…

Yaratan kula mı muhtaçtır? Biz layık değilsek alır bu davayı, bizi şimdiki İngiliz yerine kor, İngiliz’i de bu davanın hadimi kılar.

Artık söz tükenmiştir. Tamamıyla işgal edilmemiş son bir kalemiz varsa o da; Gazze’dir. Ve tüm ümmet oraya odaklanmalıdır. Özellikle de Türkiye!

“Bizim İsrail’e borcumuz yok.” Demek doğru olabilir. Batı borcu olduğu için, İsrail’in arkasında duruyor da olabilir. Ama bizim ülke olarak Filistin’e borcumuz yok mudur? Bizler bu borcumuzu nasıl ödeyeceğiz? Onlar zamanında Osmanlının son bakiyesi düşmesin diye canlarını ülkemize gömdüler. Bizler sadece yardım gemileri ve birkaç hastayı tedavi ile mi bu borcu kapatacağız? Haydi kapattık ya yaratıcıya karşı mazeretlerimiz ne olacak? “Dışarıdan gelen birkaç lokmaya muhtaçken, yerlerinde durmayıp başlarına bu belayı açtılar. Bu yüzden tüm bunların sorumluları kendileridir” mi diyeceğiz?

O kadar cesareti olan varsa buyursun yaratıcıya bu mazeretini sunsun bakalım! Valla benim cesaretim yok. Hem de zerre kadar. Açlıktan çarıkların bile yendiği kurtuluş mücadelemizi öve öve bitiremezken, bu kardeşlerimizin kurtuluş mücadelesini yermek ve lokmalara bağlamak ne kadar büyük bir acizlik ve çelişkidir.

Sözlerin tükendiği bir yerdeyiz. Lütfen bizleri affedin, ey Gazzeli kardeşlerim! Sizlere karşı mahcubuz hem de çok.