Allah’a duyulan sevginin en yüksek derecesi, sadakatle sınanır. Bu sadakat öyle bir noktadır ki; seven, yalnızca Sevgili’yi ister; O’ndan başkasını gözü görmez, gönlü almaz. Abdülkâdir Geylânî -kuddise sirruh- bu halin ehemmiyetini veciz bir şekilde şöyle ifade eder:
“Zâhidler cenneti arzular, ârifler bu dünyadayken bile mânevî lezzetler yaşar. Ama Allah’ı gerçekten sevenler, ne dünyaya meyleder ne de âhirete. Onlar için en büyük gıda; Rabb’lerine duydukları aşk, yakınlık ve cemâline nazardır.”
Bu insanlar, başlangıçta âhireti kazanmak için dünyadan yüz çevirir. Fakat aşkı zirvede yaşayanlar, ne dünyayı ne de âhireti umursar hâle gelir. Yalnızca Allah isterler. Her şeyden vazgeçtiklerinde, Allah onlara her şeyi tekrar sunar. Ama bu sefer onlar, dünya ve âhireti sadece Allah’ın emrine uymak için kabul eder. Ellerini uzatırken dilleriyle derler ki:
“Ey Rabbimiz! Sen neyi murad ettiğimizi bilirsin. Biz sadece Senin rızânı isteriz. Açlık, çıplaklık, zorluk... Hepsine râzıyız. Yeter ki Sen razı ol.”
Bu hâl üzere olanların gönülleri sükûn bulur. O sükûnetin ardından Allah Teâlâ, onları lütufla kuşatır. Zilletleri izzete, fakirlikleri zenginliğe, uzaklıkları ise kurbiyet ve vuslata dönüşür. Fakat bu yolun yolcusu azdır. Bunlar kemâlin zirvesine ermiş, Mürşid-i Kâmillerdir.
Ebû İdris el-Hülâm Hazretleri, sahabeden Muaz bin Cebel -radıyallahu anh-’a bir gün şöyle der:
“Ben seni Allah için seviyorum.”
Muaz -radıyallahu anh-, Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-’den işittiği şu müjdeyi nakleder:
“Kıyâmet günü, arşın gölgesinde bir topluluk olacaktır. Onlar korkmaz, mahzûn olmazlar. Kimdir onlar, bilir misiniz? Allah için birbirini seven, O’nun yolunda sevişenlerdir.”
Bu sevgi; sadece lafla değil, sadakatle yaşanır.
Geylânî Hazretleri şöyle devam eder:
“Kul, Allah’ı tanıdığında kalbinden insanların sevgisi dökülür; kurumuş yaprakların ağaçtan düşmesi gibi. Kalbi yalnız Allah’a yönelir. Artık insanların sözleri onun kalbine erişemez, gözleri onu etkileyemez.”
Bununla birlikte Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-, mü'minin diğer mü’minlerle dostluk kurabilen ve kendisiyle de dost olunabilen bir yapıda olması gerektiğini vurgular:
“Allah’a en sevgili olanınız, insanlar içinde kaynaşabilen ve kendisiyle kaynaşılabilendir.”
Bu da gösteriyor ki, Allah sevgisinde sadakat; insanlardan bütünüyle kopmak değil, kalben yalnız Allah’a bağlanırken toplum içinde örnek bir ahlâkla var olmaktır.
İşte bu hassas dengeyi kurabilenler; velîler, salihler ve her devirde örnek alınan büyük şahsiyetlerdir. Hepsinin başında da şüphesiz, ülfetin zirvesinde olan, rahmet peygamberi Hz. Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem- gelir.