Gazze’de yaşanan insanlık dışı saldırılar karşısında dünyanın büyük bir bölümü hâlâ sessizliğini korurken, nihayet vicdan sahibi sanatçılardan güçlü bir ses yükseldi.
Dünya genelinde 350'yi aşkın yönetmen, oyuncu ve yapımcı, İşgalci İsrail’in Filistin halkına uyguladığı zulmü "soykırım" olarak nitelendirerek kınadı. Bu tarihi çıkış, insanlık onurunun hâlâ tamamen ölmediğini gösteriyor.
Sanat, sadece estetik bir üretim alanı değil; adaletin, vicdanın ve hakikatin de bir sahnesidir. Variety dergisinde yayımlanan açık mektup, tam da bu sahnenin ortasına Filistinli gazeteci Fatma Hasune'nin adını yazdı. Cannes Film Festivali’nde gösterilecek belgeselinin hazırlıkları içindeyken İsrail’in saldırısında hayatını kaybeden bu genç gazeteci, artık sadece bir isim değil; sessizliğe meydan okuyan bir semboldür.
Bu güçlü bildirinin altında Pedro Almodovar, Mark Ruffalo, Ralph Fiennes, Javier Bardem, Yorgos Lanthimos gibi sanat dünyasının önde gelen isimlerinin imzaları bulunuyor. Bu imzalar, sanatın salt eğlence değil; aynı zamanda zulme karşı bir direniş aracı olduğunu hatırlatıyor. Açıkça ifade edilen şu cümle aslında her şeyi özetliyor: “Böylesine bir kayıtsızlıktan dolayı utanıyoruz.”
İsrail'in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’de sürdürdüğü saldırılar, sadece rakamlarla ifade edilemeyecek boyutta bir yıkımı temsil ediyor. 52 bini aşkın can kaybı, yüz bini aşkın yaralı… Ve tüm bunlar dünyanın gözleri önünde gerçekleşiyor. Bu kadar büyük bir vahşet, “savaş” kavramının çok ötesindedir. Bu, halkı hedef alan, bir nesli yok etmeyi amaçlayan açık bir soykırımdır.
Ancak asıl sorulması gereken soru şu: Sessiz kalanlar, bu vahşetin neresindedir?
Bir gazetecinin hayatını kaybetmesi, onun sadece sesi değil, gerçeği anlatma çabasının da susturulmasıdır. Ve bu suskunluk, yalnızca bir ölümün ardından değil; hakikatin toprağa gömülmeye çalışıldığı her anda yaşanır. Bugün sanatçılar konuşuyor; peki ya sözde insan hakları savunucuları, uluslararası medya, akademi dünyası nerede?
Sanatçılar, sinemanın adaletsizliklerle mücadelede bir araç olması gerektiğini belirtiyorlar. Bu vurgu çok anlamlı: Zira modern dünya, gerçekliği kurmaktan çok gizleyen bir medya düzenine teslim olmuş durumda. Oysa sanat, bu illüzyonu yırtan bir perde olabilir. Filistinli yönetmen Hamdan Ballal’ın Oscar ödüllü “No Other Land” belgeseline yönelik İsrail saldırısı da bu perdeyi indirme çabasına karşı yöneltilmiş bir susturma girişimiydi.
Ancak gerçeklerin gücü, bombalardan güçlüdür. Fatma Hasune’nin ardında bıraktığı belgesel, yarım kalan bir çalışma değil; bir milletin sesi, çığlığı, hafızasıdır. Cannes’da gösterilmesi planlanan bu belgesel, sanatın hem tanıklık hem de isyan oluşunun bir delilidir.
Bugün, her birimizin kendimize şu soruyu sorması gerekir: “Ben bu zulüm karşısında nerede duruyorum?” Sanatçılar, durdukları yeri açıkça ilan etti. Peki ya bizler?
Bu çağrıyı sadece bir protesto değil, vicdanın yeniden dirilişi olarak görmek gerekir. Filistin meselesi, siyasal bir tartışmanın değil; insanlığın en temel sınavlarından biridir. Ve bu sınavda geçmek, doğru tarafta durmakla mümkündür.
Bu nedenle, sanatçılardan yükselen bu sesin yalnızca bir haber olarak kalmasına izin vermemeliyiz. Çünkü bu ses, karanlığa karşı bir çığlıktır. Ve çığlık, yankı buldukça bir direnişe, bir umuda dönüşür.
Son söz: Zulme karşı sessiz kalmak, zulmün bir parçası olmaktır. Biz susarsak, Fatma'nın sesi kim olacak?