Ilim & irfan

Simsiyah kalabalıkta parlayan yüzler

Peygamberimiz (sav), henüz dünyaya gelmemiş ümmetini mahşer kalabalığında nasıl tanıyacak? İşte abdestin nuru ve sadakatin ödülü...

Abone Ol

Bir gün Sevgili Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), ashâbıyla birlikte bir kabristana vardı. Gönlünden taşan hasreti kelimelere döküldü:

“Allâh’ın selâmı üzerinize olsun ey mü’minler diyarının sakinleri! İnşâallah bir gün Biz de size katılacağız. Kardeşlerimizi görmeyi çok isterdim…”

Ashâb hayretle sordu:

“Yâ Rasûlallah, biz Sen’in kardeşlerin değil miyiz?”

Rasûlullah (sav.) tebessüm etti:

“Sizler benim ashâbımsınız. Kardeşlerimiz ise henüz gelmemiş olanlardır.”

Bu söz, sadece bir özlem değil, aynı zamanda bir işaretti: Ümmetine, daha görmeden sahip çıkan bir Nebî’nin habercisiydi.

Ashâb yeniden sordu:

“Yâ Rasûlallah, Sen ümmetinden henüz gelmemiş olanları mahşer günü nasıl tanıyacaksın?”

Peygamberimiz (sav.) cevap verdi:

“Bir adam düşünün; alnı ve ayakları ak olan bir atı var. Bu at, simsiyah bir at sürüsü içinde belli olmaz mı?”

Ashâb:

“Elbette olur!” dediler.

Efendimiz (sav.) o zaman buyurdu:

“İşte ümmetim de abdestin bereketiyle yüzleri nurlu, elleri ve ayakları parlak olarak gelecek. Ben de Kevser Havzı’nın başında onları bekleyeceğim.”

Ancak bu müjdeyle birlikte bir ikaz da vardı:

“Dikkat edin! İçinizden bazıları havuzdan uzaklaştırılacak. Onlara: ‘Gelin buraya!’ diyeceğim ama bana denilecek ki:
‘Ya Rasûlallah, Sen’in ardından onlar yolunu değiştirdiler.’
Ben de: ‘Uzak olsunlar, uzak olsunlar!’ diyeceğim.”

Bu hadîs, sadece bir bilgi değil; sadakatin, sünnete bağlılığın ve abdestin bereketinin ebedî bir sembolüdür. Mahşer günü yüzlerimizin nurla parlamasını isteyen her mü’minin bu ikazı yüreğinde taşıması gerekir.