Ilim & irfan

Şeytanın Fısıltılarına Karşı En Büyük Direniş: Nefsi Islah

Modern çağda zulüm ve yozlaşma, şeytani fısıltılarla büyürken; asıl mücadele içimizdeki karanlığı ilâhî nurla aydınlatmakla mümkün.

Abone Ol

Şeytan, insanın en eski ve en sinsi düşmanı. Öyle ki, artık yalnızca günaha değil, dinin bizatihi kendisini kullanarak dini tahrife yöneliyor. Günümüzde şer güçlerin başrol oyuncusu olan bu destehkar varlık, sihirli fısıltılarıyla gönüllere nefret ekiyor, iradeleri sakatlıyor, kalpleri karartıyor. Bugünün modern insanı, belki de hiçbir çağda olmadığı kadar bu fısıltılara açık hâlde.

“Şeytan dinin perdesidir; onunla iyi geçinen, dinini terk etmiştir.” diyen Ebu İbrâhîm Buhârî, bu büyük tehdide dikkat çekiyor. Modern çağın perdeleri ardında saklı kalan bu fısıltılar, toplumları ifsat ediyor, ümmeti parçalıyor, tevhid nurunu perdelemeye çalışıyor. Zira şeytan yalnızca fısıldamaz, aynı zamanda yönlendirir, dostu düşman yapar, hakikati gizler, bâtılı süsler. Nefs ise bu vesveselerin kolayca kök saldığı toprağa dönüşür.

Bugün Gazze’de kan akıyor. Yetmiş beş yıldır susmayan zulüm ateşi, yalnızca dış bir düşmanın değil; içimizdeki gafletin, ihmalin ve nefsin de eseridir. Şeytan dışarıdan, İsrail içeriden saldırıyor. Biri bedeni, diğeri ruhu hedef alıyor. Biri aç bırakıyor, diğeri imansızlığa mahkûm ediyor. Oysa bu yangını yalnızca dolu ameller, ihlaslı ibadetler, samimi tövbeler söndürebilir.

Hazret-i Âdem, işlediği hatadan hemen sonra pişmanlık duymuş, "Rabbimiz! Kendimize zulmettik…" diyerek niyaz etmişti. Bugünün insanı ise çoğu kez gaflet içinde kalıyor. Kur’an şöyle der: “Biz onlara zulmetmedik, onlar kendi kendilerine zulmettiler.” (Hûd, 101) Bu ayet, modern müminin en büyük mücadelesini özetliyor: Kendi zulmünü kaldırmak.

Muhammed İkbal’in dediği gibi:
“Batı medeniyetinin ışığı gözlerimi kamaştıramadı. Çünkü benim gözüm Medine-i Münevvere sürmesiyle sürmelenmiştir.”
Bu sürme, karanlık çağlarda bile istikameti koruyabilen müminin ferasetidir.

Bugün Filistin halkı, şeytanı yenen bir direnişin sembolüdür. Bedeni işkence altında olsa da, ruhları Allah’ın nuruyla yıkanmıştır. Onlar imanla hürleşmiş, vesveseye kapılarını kapatmışlardır. İsrail’in zulmü geçici, ama bu mücadelenin manevî boyutu ebedîdir.

Muzaffer Ozak Hazretleri ne güzel söyler:

“Bugün sen bir Hüseyin’sin. Senin de bir Yezid’in var. En büyük Yezid kendi nefsindir.”

Bu söz, direnişin adresini gösteriyor: Kalbimiz. Gönlümüzdeki putları yıkmadan, dışarıdaki Nemrutlara karşı kazanılacak bir zafer yoktur.

Seyyid Kutub’un şu ikazı da kulaklara küpe olmalı:

“Zaferin ne zaman geleceğiyle değil, Hak ile Batıl arasında nerede durduğunla meşgul ol.”

Yani safımızı belirlemek, zaferden önce gelir. Bugün safımız Filistin’in direnişiyle, Gazze’nin çığlığıyla, Kur’an’ın çağrısıyla bir olmalıdır.

Kur’an, insanı zorlukla baş edecek şekilde yarattığını bildirir:

“Biz insanı zorluklarla mücadele edecek yetenekte yarattık.” (Beled, 4)

Ruhun bu nurla yeniden dirilmesi için, salavat, secde, infak, dua, zikir ve tevbe gibi manevî silahlar elimizde olmalıdır. Kalplerimizi nefsin zulmünden arındırmak, içimizdeki karanlığa nur taşımak, kendi içimizdeki şeytanı alt etmek zorundayız.

Her bir mümin bir damla su taşıyan kuş gibi Nemrut’un ateşine karşı uçmalı. Bugün iç yangını söndürmeden dış yangınlara çare bulamayız. Hakikî cihad, nefisle yapılan büyük cihaddır. O cihadı başaranların kalbinde fetih başlar. Zulüm bulutları dağılır, rahmet yağmurları iner, topraklar yeşerir, kalpler gül olur.

İşte o zaman İslam yeniden dirilir. Ve nur, karanlığı yutar.