Son günlerde bir dizi, ekranlarda dönüp duran benzer senaryolar arasında farklı bir yankı uyandırdı. “Ölünce beni kim yıkayacak?” sorusu üzerine kurulan hikâye, ömrünü başkalarının cenazesine hizmetle geçiren bir gassalın, kendi ölümüyle ilgili derdine odaklanıyordu. Dizi, şehvetin, yalanın, entrikanın hâkim olduğu yayınların ortasında farklı bir soluk sundu belki ama yine de asıl sorudan uzaklaştı.
Gerçekten de insanın ölümle yüzleştiği anda sorması gereken asıl soru bu mu?
Öldüğümüzde bedenimize ne olacağı mı kaygı verici olan, yoksa ruhumuzun kim tarafından karşılanacağı mı?
Cenazeler bir şekilde kaldırılıyor. Yıkayan da bulunuyor, kefenleyen de. Ölümün vakti gelip çatınca, üzerine titrenen beden “cenaze” diye anılıyor artık. Kıymet verilen, saygıyla yaşatılan, sevgiyle kucaklanan kişi bir anda "cenaze" oluveriyor. İşte tam da bu yüzden, sorulması gereken esas soru şudur:
“Ben ölürken beni kim karşılayacak?”
Bu soru, sadece ölüm anına değil, yaşadığımız hayata ayna tutar. Zira ölüme anlam katan, aslında hayattır. Kur’an-ı Kerîm, “Hanginiz daha güzel amel işleyecek diye ölümü ve hayatı yaratan O’dur” (Mülk, 2) buyurur. Ölüm, hakikatin tokadıdır. Ve bu tokadı kimin elinden yiyeceğimiz, hayatta ne ektiğimize bağlıdır.
Çünkü ölüm herkes için var; ama herkes için aynı değil. Her can, kendi hayat ağacının meyvesini devşirir. Kimi Allah’ın rızasıyla büyüttüğü ihsan ağacının meyvesini toplar; kimi de günah ve isyan dikenlerinin acısıyla yüzleşir. Zulüm ağacına su veren diken devşirir. İman ağacını sulayan ise rahmet hasat eder.
Ve işte o ölüm anı... İki karşılama vardır:
“Rabbimiz Allah’tır” deyip istikamet üzere yaşayan müminlere, melekler iner:
“Korkmayın, üzülmeyin! Size vaat edilen cennetle sevinin! Biz dünya hayatında da, ahirette de sizin dostunuzuz!” (Fussilet, 30)
Ama kâfirler, başka bir karşılamayla yüz yüze gelir:
“Yüzlerine ve sırtlarına vurarak: ‘Tadın bakalım cehennem azabını!’” (Enfal, 50)
Gri yok ölümde. Ya nur ya zulmet. Ya rahmet ya gazap.
Rahman olan Allah, dünya hayatında mümine de, kâfire de rızık verir, mühlet tanır. Ama ahirette Rahîm sıfatı yalnız müminlere tecelli eder.
İnsanın dünyada harcadığı ömrün sonunda kalacağı baki olan nedir? Şehvet uğruna, para uğruna, şöhret uğruna harcanan ömrün sonunda ne kalır? Fena bulacak olana verilen emek, sonsuzlukta bir yankı bırakır mı?
O halde esas çaba, Azrail geldiğinde meleklerin müjdesiyle karşılanabilecek bir hayat sürmek için harcanmalıdır. Rasulullah’ın (s.a.v.) izinde, takvayla, ihlasla, salih amellerle örülmüş bir hayat...
Ve sonunda Azrail'e “Hoş geldin” diyebilecek bir yürek.
Çünkü mesele şu:
Öldüğümüzde bedenimizi kim yıkayacak değil...
Ölürken bizi kim karşılayacak?