İslam ahlakında yumuşak huyluluk, sabır ve hoşgörü gibi güzel hasletler önemli yer tutar. Ancak her erdemde olduğu gibi, hilm ve müsâmahanın da bir sınırı vardır. Yumuşak huylu olmak, zulme boyun eğmek ya da ilâhî kanunların ihlâline göz yummak anlamına gelmez. Böyle bir tutum, İslami literatürde “hilm-i himârî” yani merkep uysallığı olarak nitelendirilir ve son derece tehlikeli bir davranıştır.
Kardeşlik ise, özellikle ihtiyaç anında yardım etmeyi, destek olmayı ifade eder. Fakat yumuşak huyluluk ve müsamaha, zulme karşı pasif kalmayı meşru kılmaz. Zira zulme sessiz kalmak veya kötülüğe göz yummak, kötülerin cesaretini artırır ve toplumsal düzeni zedeler. Bu tür bir davranış, kişinin kendisine ve çevresine zarar verirken aynı zamanda hakkın zedelenmesine de yol açar.
İslam, denge ve ölçüyü emreder; dolayısıyla hilm ve müsâmaha, ilâhî kanunlara, adalete ve hakkaniyete zarar vermeden, akıl ve hikmet çerçevesinde uygulanmalıdır. Bu dengeyi korumak, hem bireysel olgunluk hem de toplumsal huzur için gereklidir. Gerçek hilim, zorluklar karşısında sabır göstermekle birlikte, zulme karşı hakkı savunmayı da içerir.
Sonuç olarak, hilmin yanlış anlaşılması, özellikle zulme boyun eğmek olarak yorumlanması, İslam ahlakına aykırıdır ve büyük bir yanlıştır. İnsanlar, yumuşak huylu olmanın, her türlü kötülüğe karşı pasif kalmak olmadığını bilmelidir. Kardeşlik ve müsâmaha erdemleri, kötü niyetli kimselerin kötülüğünü cesaretlendirmemeli, aksine adaletin, hakkın ve ilâhî kanunların korunması için bir denge unsuru olmalıdır.