İbadet, niyetle başlar; niyetin temizliği ise itaatle ölçülür. Sâbit bin Dahhâk -radıyallahu anh- şöyle anlatıyor:
Asr-ı saadette bir adam, Büvâne adlı bölgede bir deve kurban etmeyi nezretmişti. Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-’e gelerek:
“–Ben Büvâne’de bir deve kurban etmeyi nezrettim. Ne yapmalıyım?” diye sordu.
Resûlullah -aleyhisselâm- bu nezrin zahirine değil, ardındaki manaya yöneldi. Ve sordu:
“–Orada câhiliyye döneminden kalma, kendisine tapınılan bir put var mı?”
Ashab cevap verdi:
“–Hayır, yoktur.”
Resûlullah devam etti:
“–Peki orası, câhiliyye devrinde müşriklerin bayram yeri miydi?”
Ashab yine:
“–Hayır, değildir.” dediler.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz hükmü verdi:
“O hâlde nezrini yerine getir. Ancak iyi bilin ki Allah’a isyanı içeren hiçbir adak yerine getirilmez.” (Ebû Dâvûd, Eymân, 27)
Bu hadis-i şerif, sadece bir sahabeye yapılan uyarı değil; çağlar üstü bir ölçüdür. Görüyoruz ki, Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-, ibadeti bile olsa bir davranışta şirk kokusu, câhiliye geleneği ya da müşriklere benzemek gibi bir ihtimal varsa, o ameli reddetmektedir.
Bu bizlere çok açık bir mesaj verir:
Adak, ibadet, kurban… Hepsi ancak Allah’ın rızasına uygun olduğu sürece anlam kazanır.
Gayr-i müslimlerin kutladığı gün ve mekanlara gösterilecek en ufak iltifat bile, iman çizgisini zedeleyebilir. Çünkü ibadet şekli değil, yöneldiği istikamet ve niyetiyle kıymetlidir. Allah’a yaklaşmak için yapılan bir şeyde, Allah’ın hoşnut olmayacağı bir unsur varsa, o artık ibadet değil, bir isyan olur.