Cahiliye dönemi, iktisadi bir sömürü düzenini temsil ediyordu. Bu düzenin merkezi Mekke, tarihsel olarak bilinen bir pazardı. Dönemin iki süper gücü, İran ile Bizans arasındaki rekabet bu pazarı öne çıkardı ve Mekke tüccarları, denge siyasetini kullanarak şehirlerinin çekiciliğini artırdılar. Bu siyaset, kısa sürede Mekke'nin önde gelenlerini, Bizans ve İran despotları gibi yaşayan zenginlere dönüştürdü. Bu zenginler, ekonomik ilişkiler ağını korumaya büyük özen gösterdiler ve konumlarını asabiyet ve kutsalın istismarıyla koruma amacına girdiler.
Cahiliye döneminde "cahiliye hamiyeti" olarak adlandırılabilecek bir asabiyet türü vardı. Bu asabiyet, aynı soydan gelen insanlar arasında dayanışma ve birlik ruhuna dayanıyordu. Mekke'deki ekonomik sömürü düzeninde, Mekkeli kimliğinin çıkarlarını savunmak anlamına geliyordu. Mekke mensubiyeti, ticari çıkarlar söz konusu olduğunda diğer bağları ikinci plana atabilirdi. Mekkeliler, anlaşmalar (hilf) veya haram aylar gibi uygulamalarla çekişmelerini bir kenara bırakabilirdi ve ticari ayrıcalıklarına zarar vermezdi.
Cahiliye, her şeyi ticarete tahvil eden bir zihniyetin adıydı. İnsana ait her şey ticaretin konusu olabilirdi ve önemli olan, buna talip olanın kimliği ve gözden çıkarmaya razı olduğu miktarıydı. Ticari çıkarlar uğruna her şey istismar edilebilirdi ve kutsalın istismarı en yaygın olanlarından biriydi. Mekkeliler, Allah ile aracılık yaptıklarını düşündükleri putları ticaretlerinin bir aracına dönüştürmüşlerdi. Kâbe'deki putlar, diğer kabileler nezdinde saygınlık kazanmanın ve ticari cazibeyi artırmanın bir yolu olarak kullanılıyordu. Kutsalın tahrif edilmesi veya yeni kutsalların oluşturulması, ticaret yapmanın bir yolu olarak kabul ediliyordu ve bu cahiliye siyasetinin bir parçasıydı.
Cahiliye döneminin iktisadi sömürüsünde şairler önemli bir rol oynuyordu. Şairler, güç sahiplerinin sözcüsü olarak hareket ediyor ve karşılığında menfaat elde ediyorlardı. Şairler etkiliydi, çünkü cahiliye toplumu, güzel sözlerin etkisine kapılmıştı ve şairlerin sıradan olmadığına ve geleceği gördüklerine inanıyordu. Cahiliye, sadece "bilgisizlik" anlamına gelmiyordu, aynı zamanda "doğru olanın tersine inanma" ve "yapılması gerekenin tersini yapma" anlamına geliyordu. Şairler, doğru olanı çarpıcı bir şekilde tahrif eden uzmanlardı ve "manipülasyon ve dezenformasyon" ustalarıydılar.
MÜŞRİKLERİN İSLAM’A KARŞI ÇIKIŞ SEBEPLERİ
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in daveti, cahiliye döneminin ekonomik sömürü düzenine açık bir tehdit oluşturuyordu. Bu tehdidi ilk olarak fark edenler, Mekke'nin zenginleri oldu. Onlar, İslam'ın insanlar arasındaki eşitliği ve kutsalın istismarını engelleyen bir din olduğunu gördüler. Asabiyet yerine kardeşlik anlayışı hakim olacak ve böylece tüm Araplar tarafından kabul edilen ve ticari bir markaya dönüşen üst kimliğin önemi azalacaktı. Allah'ın neyin kutsal olduğunu belirleyerek insan ve kutsalın istismarına son vermek anlamına gelecekti. Ayrıca, vadilerde dolaşan ve gerçek dışı bilgilerle psikolojik zemini oluşturmayı amaçlayan şairlerin etkisi de azalacaktı. Ve nihayet, asılsız haberlerle psikolojik zemini hazırlama şansı ellerinden gidecekti. İşte böyle oldu.
Cahiliye, geçmişte yaşanmış bir dönem değil, insanların tercihlerine bağlı olarak yeniden ortaya çıkabilen bir zihniyettir. Temelde çıkar ve menfaat olan bu zihniyet, insanı sömürür, adaleti geri bırakır ve sadece kârın önemli olduğu bir toplum yaratır. Bugün, ekonomik çıkarların her şeyi ve herkesi etkilediği bir dünyada yaşıyoruz ve modern bir cahiliye yaşam biçimi benimsenmiştir. Modern cahiliye, Mekke cahiliyesi gibi aynı zihniyetle tükenmiştir, yani "doğru olanın tersine inanma" ve "yapılması gerekenin tersini yapma" serbestliği ile karakterizedir. Her şeyi alım-satıma konu edebilen ve değeri bu işleme göre belirleyen cahiliye, mevcut adaletsizliğin ve zulmün kaynağıdır.
MODERN CAHİLİYENİN TEMELİNDE NE VAR?
Modern cahiliyenin temelinde, önceki dönemde olduğu gibi asabiyet ve istismar bulunmaktadır. Modern asabiyet, belli bir gelir seviyesine ulaşan ve Allah, Peygamber ve Kitap'ı inkar eden bir azınlığın oluşturduğu bir statü bağlılığıdır. Bu azınlık, ne ülkeyi, ne soyu ne de herhangi bir değeri tanır, sadece kendi statülerini koruma amacındadır. Bu statüyü sürdürmek için her türlü cüreti kullanırlar. En zengin yüzde bir, servetin yüzde 38'ini elinde bulundururken, en alttaki yüzde elli sadece bu servetin yüzde 2'sini alır. Bu azınlığın dünyasında, tek önemli değer mevcut konumlarını ve imtiyazlarını korumaktır.
Modern cahiliyenin asabiyeti, ayrıcalıklılar ittifakıdır. Bu ittifakın sürdürülebilmesi, doğru, güzel ve iyi şeylerin tahrifi ile ortaya çıkacak istismara dayanmaktadır. Medya, özellikle de sosyal medya, bu istismarın aracıdır. Dünün Mekke zenginleri, çıkarları uğruna herkesi ve her şeyi istismar etmekten çekinmemişlerse, bugünün azgın azınlığı da kendi iktidarlarını sürdürmek için aynı yöntemleri kullanmaktadır. Zihinlere enjekte edilen modern safsatalar, sürü olarak görülen ve manipülasyon ve dezenformasyona maruz kalan kitleleri "doğru olanın tersine inanma" ve "yapılması gerekenin tersini yapma" serbestliğine sürüklemektedir.
MODERN CAHİLİYEDEN KURTULMANIN YOLU
Modern cahiliyeden kurtulmanın yolunu bulmak mümkündür. Bu endişeleri taşıyan herkes, gerçeğin ve kurtuluşun adresi olan Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa'nın öğretilerine dönmelidir. O, sadece Allah'a ibadet etmeyi ve tüm insanları eşit olarak görmeyi teşvik eden bir davet sunmuştur. Bu davet, insanları insanların kölesi olmaktan kurtaracak tek sesdir. Ekonomik çıkar ve menfaat virüsü ile enfekte olan günümüz insanı için bu son derece önemlidir. Daha iyi, daha konforlu ve daha lüks bir yaşamın ötesinde dünya, bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç duymaktadır. Refah değil, felah aramalıyız. Refah sadece bu dünya ile sınırlıdır, felah ise hem dünya hem de ahiret saadetini içeren gerçek kurtuluştur.
Ahmed İbni Hanbel'in Kitabü'z-Zühd'ünde geçen bir hadis, Peygamber Efendimiz'in modern cahiliyeye karşı tutumunun bir örneği olarak yeterlidir: "Said b. Eymen şöyle anlatıyor: Rasûlullah ashâbı ile sohbet ediyordu. Fakir bir zât çıkageldi ve zengin bir adamın yanına çömeliverdi. Zengin olan âdeta elbiselerini toplayıp öbüründen kaçınır gibi bir rahatsızlık sergiledi. Bu tavır Rasûlullah’ın yüzünün değişmesine sebep oldu ve ona şöyle çıkıştı: 'Ey falan! Zenginliğinin ona kaçmasından mı, yoksa onun fakirliğinin sana bulaşmasından mı endişelendin?' Adamın: 'Zenginliğin zararı mı var ki, ey Allah’ın Rasûlü?' demesi üzerine Rasûlullah: 'Evet ya! Zenginliğin seni ateşe çağırırken, fakirliği onu cennete çağırıyor' dedi. Adam bunun üzerine: 'Peki öyleyse beni ondan ne kurtarır?' diye sordu. Rasûlullah: 'Onun başını sıvazlayıp gönlünü alman' cevabını verdi. Adamın 'Öyleyse derhal yapayım' demesine mukabil diğeri: 'Hayır hayır, benim buna ihtiyacım yok' diye söylendi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de: 'Kardeşin için bağışlanmasını dile ve ona dua et!' buyurdu.”
MODERN CAHİLİYEDE ZENGİNLİK
Zengin olmak bir suç değildir; hatta hayır işleri ve yardım etmek için kullanılan zenginlik, Peygamber Efendimiz'in ifadesiyle bir nimettir. Ancak modern cahiliyede zenginlik, azgın bir azınlığın statü bağlılığına dönüşmüştür. Bu asabiyet, zengini baştan çıkarır ve fakirin başını sıvazlayıp gönlünü almayı zül addeder. İstediğini yapma cesareti, konumlarını kaybetme korkusu ile birleştiğinde, çağdaş bir zalim tipi ortaya çıkar. Bu zalimin statüsünü sürdürebilmesini sağlayan en önemli faktörlerden biri, ekonomik kaygıların, refah arayışının veya kariyer endişesinin hayatın tek amacı gibi sunulmasıdır. İnsanlar, bu dayatmadan kurtulmadıkça, kalplerinin ve ruhlarının özgürce nefes alması mümkün olmayacaktır.
Her şeyi ekonomik değere indirgeyen ve istismar eden zihniyetten kaçınmanın çözümü, Peygamber Efendimiz'in dünyaya bakışını ve davranışlarını anlamaktan geçer. O'nun yaşam tarzını anlamak ve öğrendiklerimizi yaşamak, işlerimizde, dilimizde, gözümüzde ve ilişkilerimizde göstermek zorundayız. Unutmayalım ki, biz bir şahit olarak gönderildik ve O, bize şahit olarak gönderilen peygamberdir.