Peygamber Efendimiz, Allah’ın kulları üzerindeki hakkının yalnızca O’na kulluk etmeleri ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmamaları olduğunu; kulların Allah üzerindeki hakkının ise, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayanlara azap etmemesi olduğunu Muâz bin Cebel’e müjdelemiştir. Bu sözleri duyan Muâz, büyük bir sevinçle:
— “Ey Allah’ın Resûlü! Bu müjdeyi insanlara haber vereyim mi?” diye sormuş, ancak Efendimiz:
— “Müjdeleme! O zaman buna güvenip tembellik ederler.” buyurmuştur.
Benzer bir durum başka hadislerde de görülmektedir. Efendimiz, önceleri bu müjdeyi herkese duyurmak istemiş, ancak Hz. Ömer’in “Câhiller buna güvenerek ibadeti terk edebilir” uyarısı üzerine bundan vazgeçmiştir. Bu durum, Peygamberimizin doğru fikir ve görüşlere verdiği değerin açık bir göstergesidir.
Hz. Ömer’in haklı uyarısına göre, Allah’a derin bir şuurla inanan, ibadetin zevkini tadan kimseler, böyle bir müjde karşısında minnetlerini daha fazla ibadet ederek gösterirler. Fakat ilmi ve şuuru zayıf olanlar, ibadetin kıymetini bilmediklerinden dolayı böyle bir habere güvenerek kulluk vazifelerini ihmal edebilirler.
Bu nedenle Resûlullah, müjdeler verirken ölçülü davranılması gerektiğini vurgulamış; herkesin her bilgiyi kaldıramayabileceğini bizlere öğretmiştir. Nitekim Muâz bin Cebel, bu hadisleri halka nakletmeyi Efendimizin uygun görmemesi sebebiyle vefatına kadar kimseye söylememiş, ancak son anlarında bu bilgiyi saklamanın haksızlık olacağını düşünerek açıklamıştır.
Hadisten çıkarılan başlıca dersler şunlardır:
Allah’a gönülden iman eden ve Resûlünü kabul eden herkes, sonunda cennete girecektir.
Allah’ın rahmeti ve bağışlaması anlatılmalı, ancak bu müjdeler ölçülü şekilde verilmelidir.
Yöneticiler, kendilerine iletilen doğru fikirleri, kendi kararlarına ters olsa bile kabul etmelidir.
Ashâb-ı kirâm, Peygamber Efendimiz’i candan sever ve ona zarar gelmesinden endişe ederdi.
Hz. Ömer’in isabetli görüşleri bir kez daha ortaya çıkmaktadır.
Seven bir kimse, sevdiğinin mülkünden onun izni olmadan da faydalanabilir.